HIGHLIGHTED
RÖPORTAJ
Agah Uğur (Yönetim Kurulu Başkanı - Boğaziçi Ventures ), 1957, İstanbul doğumludur. İngiliz Erkek Lisesi ve Birmingham Üniversitesi...
Agah Uğur ve Kına Demirel
Hande Şekerciler
Agah Uğur (Yönetim Kurulu Başkanı - Boğaziçi Ventures ), 1957, İstanbul doğumludur.
İngiliz Erkek Lisesi ve Birmingham Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olmuş, ayrıca İngiltere’de “Institute of Chartered Accountants” sınavlarını geçerek Chartered Accountant unvanını almıştır. Uluslararası denetim ve danışmanlık firması Touche Ross’un (şimdiki adıyla Deloitte) Birmingham, Londra ve Jersey ofislerinde, Türkiye’de ise Arthur Andersen ve Emlak Bankası’nda çalıştıktan sonra 1989 yılında Borusan Holding’de CFO olarak göreve başlamıştır. 1995 yılında Borusan Holding Genel Müdürlüğü görevini üstlenmiş, 2001 – 2018 yılları arasında Borusan Grubu’nun CEO’luk görevini yürütmüştür.
Agah Uğur, halen Boğaziçi Ventures girişim sermayesi şirketinin yönetim kurulu başkanı ve ortağıdır. Ayrıca kendi teknoloji girişimleri portföyünü yönetmektedir. Halen TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı üyesi, Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi, Columbia University Istanbul Global Center Danışma Kurulu üyesi ve kurucularından birisi olduğu Saha Derneği Yönetim Kurulu başkan yardımcısıdır. Evli ve iki kız çocuk babasıdır. Yeni medya odaklı çağdaş sanat koleksiyoneridir.
Kına Demirel (Yönetici Direktör - Mimeda), TED Ankara Koleji’ndeki eğitimini tamamlamasının ardından İngiltere’deki Leeds Üniversitesi işletme bölümünden 1995 yılında mezun oldu. İngiltere’de sadakat programlarına ilgisinden dolayı kariyer hayatı boyunca data, marka ve medya ile ilgilenen Demirel, şu an Migros’un medya şirketi Mimeda’nın başındadır.
Bir kız çocuğu annesi olan Kına Demirel için sanat, kitap okumak ve farklı ülkeleri gezmek hobileri arasındadır.
Türkiye’nin oldukça bilinen koleksiyonerlerindensiniz ve biliyoruz bu soruyu defalarca cevaplamışsınızdır ama bize çok kısaca koleksiyonerlik maceranızın nasıl başladığını ve nereye evrildiğini anlatır mısınız?
Agah Uğur: Bende sanatın iz bıraktığı ilk dönem, çağdaş sanatın sınırlarını değiştirdiğini hissettiğim Young British Artist grubunun Londra’da ortaya çıktığı dönemdir. O sıralarda İngiltere’de yaşıyordum ve Damien Hirst, Gavin Turk, Tracey Emin gibi sanatçıların eserleri beni çok etkilemişlerdi.
Buna rağmen Türkiye’ye döndükten sonra, 1990 ortalarından itibaren görselliği ile öne çıkan sanat eserlerini almaya başlamış ve 2000 sonlarına kadar soyut yağlı boya eser biriktirmiştim. Ancak sanatla o dönemki ilişkimi koleksiyonerlik olarak tanımlamam doğru olmaz. Bugünkü anlayışımla odaklı ve misyonu olan koleksiyonerliğe 2008 sonunda başladım diyebilirim.
Bugün geldiğimiz noktada koleksiyonumun cesaretli ve odaklı bir koleksiyoner tarafından kışkırtıcı, özgün ve uyumlu bir koleksiyon olarak algılandığını hissedebiliyorum. Benim de arzum bu yönde zaten. Koleksiyonu sosyo-politik içeriğin kavramsal bir şekilde öne çıktığı, estetik kaygısının biraz daha arkada kaldığı yeni medya eserlerden oluşan zorlayıcı bir koleksiyon diye özetleyebiliriz herhalde. Koleksiyonda video, enstalasyon, obje, fotoğraf, mekana özgü eserler, performans, eseri ileride gerçekleştirme hakkı gibi çok çeşitli disiplinler bir arada yer alıyor. Birazda modanın gerisinde kalmayayım diye yakın bir zamanda Ukrayna'daki savaşı sembolize eden NFT bir eser de koleksiyona katıldı.
Kına Demirel: Haklısınız, bana çok sorulan bir soru. Genellikle hep aynı ifadeyi kullanırım. Kendinize 10 adet eser aldıktan sonra aslında bir koleksiyonersiniz ve eserlerinize o çerçevede bakmak insanı çok geliştiriyor . Sanatın birçok dalını denemem için teşvik edildiğim bir ailede büyüdüm. İlkokul çağlarından başlayan piyano, ortaokul çağlarında koro çalışmaları, lisede ise tiyatro… Gerçek anlamda plastik sanat konusunda eğitilmem ise üniversite yıllarıma denk gelir. Daha çok fazla eser almamışken, Artam Müzayede Evi’nde Sanat Koleksiyonerliği üzerine bir eğitim aldım. Aldığım eğitimde herhangi bir koleksiyonun teması olması gerektiğinin bilgisi çok içselleştirdiğim bir konu oldu. O eğitimden birkaç yıl sonra eski eşim Daryo Beskinazi ile bir müzayedede Mustafa Horasan’ın “Albino Böceği” eserinin önünde tanıştık, kendisinin sanat bilgisi, koleksiyonerliği ve x-ist’in kurucusu olarak genç Türk çağdaş sanatçıları temsil etmesi sayesinde benim de koleksiyonerlik serüvenim başlamış oldu. Yıllar boyunca sanat dünyasının neredeyse tüm bölümleri ile tanıştım;sanatçılar, sanat galerileri, sanat danışmanları, müzayede evleri ve müzeler… Son yıllarda sanat iyice beni günlük streslerden arındıran kaçış alanım olmaya başladı. Dolayısıyla sürekli okuyor ve geziyorum. Son yıllarda beni daha çok çeken sanat dalının fotoğraf olduğunu keşfettim. Başlangıçta moda fotoğrafçılarının eserlerini toplarken zaman içinde koleksiyonumda kendilerini fotoğrafla ifade eden çağdaş sanatçılar yer almaya başladı. Bu noktada Afrikalı sanatçıların eserleri koleksiyonumda yer almaya başladı. Öte yandan Türk çağdaş kadın sanatçılardan değerli eserleri koleksiyonuma dahil etmeye başladım. Son olarak da NFT, sanatta takip ettiğim yepyeni bir alan olarak radarımda ve orada da gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum.
Dünyayı gezen, birçok sanat etkinliğini ziyaret eden/katılan birisi olarak Türkiye sanatının güncel durumu hakkında bize neler söylersiniz? Neleri yanlış yapıyoruz, hangi konularda iyiye gidiyoruz, genç sanatçılar ve sanat izleyicilerine Türkiye'yi bir adım daha ileriye taşımak için neler tavsiye edersiniz?
Agah Uğur: Türkiye çağdaş sanatı biraz inişli çıkışlı da olsa yoluna sağlam bir şekilde devam ediyor. Zannederim 2000’li yılların başlarından itibaren Türkiye’nin dünyaya entegre olması ve İstanbul’un Batılıların gözünde moda bir şehre dönüşmesinin etkileriyle Türkiye çağdaş sanatının özellikle önemli temsilcileri de dünya sanat sahnesinde geçmişe göre çok daha fazla yer almaya başlamıştı. Ayrıca ülkenin o yıllardaki zenginleşmesi de sanata olan yurt içi ilgiyi doğal olarak artırmıştı. Müzelerin açılması, müzayede evlerinin ve fuarların sayılarının artması da modern ve çağdaş sanatı fazlasıyla öne çıkarmıştı. Bizler bu dönemde yakalanan dalganın hep devam edeceğini zannettik ama öyle olmadı. İyi sanatın yanında sıradan sanatın da ilgi gördüğü, spekülasyonlarla fiyatların çok yükseldiği bir dönemi geride bıraktık. Şimdi özgün sanat daha fazla öne çıkıyor, bence doğrusu da bu.
Böyle bir dönüşümün arkasından gelen pandemi döneminde işler daha da kötü gitti ve çoğu sanatçı üretimlerine devam etme zorluğu bile yaşadılar ama son 9 aydır sanata ilginin tekrar arttığı ve sanat piyasasında tüm sıkıntılı ekonomik koşullara rağmen bir canlanma olduğu görülüyor.
Ben Türkiye çağdaş sanatının geleceğine güvenle bakanlardanım. Bunun sebebi çağdaş sanatçılarımızın tutkularına ve özgünlüklerine güvenmem. Okulda okutulanların çok ötesinde sınırlarını aşan, dünyaya farklı bakan ve itirazı olan çok iyi sanatçılarımız var ve yenileri de gelmeye devam ediyor. Bence bizim eksiğimiz yeni nesil koleksiyonerlerimizin azlığı. 80 milyonluk ülkede, sanatçılarımız sanata severek ve hatta tutkuyla yaklaşan uzun soluklu 1000 yeni koleksiyoneri hak ediyor. Önce biz sanatçılarımızı beğeneceğiz ve destekleyeceğiz ki onlar da güçlenerek uluslararası yolculuklara çıkacaklar.
Kına Demirel: Her iyi olan oluşumun arkasında aynı zamanda bir ekosistem vardır. Sanat sadece Türk sanatçılarının vasıflarıyla gelişmeyecektir, sanat yazarları, müzeleri, galerileri, müzayedeleri , sergileri ile birlikte gelişecektir. Birçok Türk sanatçının aslında hikayeleri ve teknikleri çok iyi olmasına rağmen dünya sanat evreninde yerini bulamadığını görüyorum. Çünkü o sanatçıyı anlatan, kritik eden, sergileyen birçok yer yok. O sanatçının CV'si gelişmedikçe ( yer aldığı müzeler, sergiler, koleksiyonlar vb) o zaman da çok lokal bir pazarda kalıyorlar. Hikaye , teknikte zaman içinde lokal pazarın istekleri doğrultusunda şekilleniyor ve sığ kalıyor. Ne zaman sanatçı, hikayesini cesur bir şekilde, gerektiğinde farklı teknikleri de deneyerek global dünyaya sunmaya cesaret ediyorsa o zaman kendine farklı koleksiyonlarda yer bulmaya başlıyor. Dolayısıyla, kendi hikayesini anlatmaktan korkmayan global dünya ile entegre genç Türk sanatçılar, ve bu sanatçıların gelişimine destek olan Piksel. gibi oluşumların artması sayesinde Türk sanatının çok gelişeceğine fazlasıyla inanıyorum, hep de inandım.
Sizce teknoloji ve sanat ilişkisi endüstri 4.0 ile nasıl bir yöne evrilecek? Yapay zeka, yüksek hızlı internet, gerçek zamanlı 3B görüntü işleme, biyoteknoloji, nesnelerin interneti gibi teknolojik gelişmelerin konvansiyonel sanatı nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Agah Uğur: Ben teknoloji kullanımının çağdaş sanatı olumlu etkileyeceğine inanıyorum. Ama şuna dikkat etmek lazım; teknoloji kavramsal sanatın önüne geçmemeli, onu güçlendirmeli ve daha renkli hale getirmeli. Bugün teknoloji sayesinde görsellikleri olağanüstü etkili eserler çıkabiliyor ama teknoloji daha da geliştikçe bugünkü zengin ve etkileyici görsellikler çok sıradan kalacaktır. Dolayısı ile teknolojik uygulamalar sanat eserlerinin tek başına kalıcılığını sağlayamaz. Ben çağdaş sanatta her zaman keyiften daha fazlasını aramamız gerektiğine inanırım, yani bir eserde estetik etkiden daha çok anlam aramamız gerekir. Sanat eseri anlamaya, bilmeye ve bakmaya dayalı bir yorumlama konusudur. Eserin merkezindeki meseleyi kaçırmamak gerekir. Teknoloji buna yardımcı oluyor ise ne ala ama teknoloji kullanımı sadece görselliği güçlendiriyorsa o açıkçası benim için çok bir şey ifade etmiyor.
Kına Demirel: Sanatı tetikleyen, hep arkasındaki güçlü hikaye. Sanatçının sesini duyurmak ve anlatmak istediği fikir, hikayeyi günün teknikleriyle kullanarak anlatıyor. Bu teknik yüzyıllar önce bir duvar resmi, sonra yağlı boya, ardından fotoğraf, şimdi de sorunuzda bahsettiğiniz dijital temelli teknikler olabilir. Ben sanatın öncelikle fikirden ve duygudan tetiklendiğini düşünüyorum. Güçlü fikirler zamanın ruhuna uyan tekniklerle birleştiği sürece sanat ve sanatçı güncel kalacak, ilgi çekecek. Okuduğumuz tüm bilgiler, insanın sürekli daha tembelleşmeye doğru gittiği ve insan ile makinanın aynı vücutta daha fazla karışacağı. Hal böyle olunca, insan ırkı kendini daha sanal ortamlarda deneyimler yaşamaya hazırlamaya başlayacak. Sanatçı, yeni yaratılması hayal edilen evrenlerde oranın sanatsal tekniklerini kullanarak fikrini duyurabilecek. Bu belki yarın olmayacak ama 10 yıl içerisinde her sanatçı dijital dünyanın tekniklerinden birkaçını deneyimlemek ve fikrini bu şekilde aktarmanın yolunu bulacak.
İnsanın bilgisayar ile etkileşimi gittikçe daha basitleşiyor. Kullanıcı arayüzleri basitleşiyor, işlemci güçleri artıyor, iletişim hızlanıyor. Aslında, nihai olarak, bilgisayar kullanmayı hiç bilmeyen birisinin bile sadece hayal ederek yaratıcı işler üretebileceği bir noktaya doğru hızla ilerliyoruz. Sizce üretime dair bilginin (boyama, programlama, yontma, animasyon yapma vs. aklınıza gelebilecek her tür bilgi) anlamsızlaştığı, hayal edebilen herkesin yaratıcı çıktılar üretebildiği bir dünyada sanat nasıl olurdu?
Agah Uğur: Bu sorudaki kritik tanım “yaratıcı çıktılar” dır. Her yaratıcı çıktıyı sanat olarak tanımlamak doğru olmaz. Teknolojinin hayatı kolaylaştırması birçok insanın bu yöne kaymasına ve sanat perspektifinde görsel çöplüğe sebep olacaktır. Buna şüphe yok ama bu insanlar içinden sadece "sanatçı hayal gücü" olanlar fark yaratıp kalıcı olabileceklerdir. Ortaya çıkanlar da süs objesinin ötesine geçmeyecektir. Tıpkı souvenir dükkanlarındaki milyonlarca obje gibi. Zaten bu durumun aksi, teknoloji ve dijital bazlı sanata yıllarını vermiş ve uzmanlıkları ile özgün ve kavramı güçlü eserler üreten sanatçılara büyük haksızlık olurdu.