top of page

HIGHLIGHTED

RÖPORTAJ

Atıf Akın ile Çubuklu Silolar’da bulunan mekâna özgü medya yerleştirmesi “O” ve güncel üretimleri üzerine.

Atıf Akın: Bir Doğa - Teknoloji Hesaplaşması

Furkan Öztekin

10 Haziran'a kadar Çubuklu Silolar'da devam eden “Bilinci Yeniden Kurmak: Gerçek Nedir?” sergisi sanatçılarından Atıf Akın ile mekâna özgü medya yerleştirmesi “O”, tekno-bilimsellik ve güncel üretimleri üzerine.


Atıf Akın, Portre

8Atıf Akın (Fotoğraf: SAHA)


Furkan Öztekin: Sevgili Atıf, son dönem üretimlerinde bilim felsefesi, doğa, devinim ve ilgili politikalara tarihsel ve güncel bir yaklaşım getirmeye gayret ediyorsun. Eleştirel teoriden beslenen projelerine bakarken rastladığımız tekno-eleştirelliği biraz açmak ister misin? Eleştirel teori, araştırma ve üretim sürecinde sana nasıl rehberlik ediyor?


Atıf Akın: Sanat pratiğim araştırma, görselleştirme, belgeleme, üretim ve sunumdan oluşan bir dizi süreçten oluşuyor. Amacım, sanatsal, politik ve bilimsel öneme sahip görsel bir bağlamda anlam yaratmak. Hal Foster, Neo-Avangard sanat hareketlerinin hedeflerini ve uygulamalarını Etnograf Olarak Sanatçı başlıklı yazısında, özellikle 1960’lardan bu yana sanatta "etnografik dönüş" olarak adlandırdığı şeyi ele alıyor. Bunun yanında da sanatçının farklı akademik disiplinlerin yöntemlerini içselleştirerek ve bazen bunları harmanlayarak; modern, sanatsal düşünme ve üretim alanları yaratabileceğini de ima ediyor. Bu tarihsel yörüngede benim kariyerim etnografik dönüş sonrası teknolojik ve bilimsel meselerin de politik düzleme geldiği bir dönem sonrasında başladı. ODTÜ’de kimya mühendisliği okuduğum dönemde hem politik hem de sanatsal çevrelerle yakındım, bir yandan bilim ve metodolojisi, özellikle de da soyut matematiksel mefhumlar bana çok heyecan veriyordu ama bir yandan da eleştirel teori ve politik çevrelerin hareketliliği ilgimi çekerken bir yandan da sanatsal üretimin büyüsüne çoktan kaptırmıştım kendimi. Bu dönem aslında bilim sosyolojisinin de tekno-determinist pozitivizmi sorgulamaya başladığı bir dönem. Her ne kadar bilimsel metodoloji öznelselliği dışlasa da insan ve doğanın bu sürecin bir parçası olduğu ve bu süreci öznelselliğe açtığı gerçeği sosyolojik araştırmalarla da desteklenmeye başladı. Bruno Latour o dönemde bu tür fikirleri ortaya atmıştı. O dönem post yapısal söylemler ve sibernetik kuramlar da çok ilgimi çekiyordu. Tarihsellik  konusunda sorunuza bir nüans eklemek isterim, aslında İngilizcede güzel bir kullanım var (a)historical, anti tarihsellik gibi aslında, tarihi kronolojik değil de rizomatik bir örüntü içerisinde ele almak. Özet olarak bu tarz bir eleştirel teori kültüründen geliyorum. Ancak kendi sanatsal beğenimi ve pratiğimi şekillerinden bilimsel estetiğe karşı çok büyük bir hayranlık var. Babam kimya mühendisiydi, onun kitaplarındaki tablolar,  grafikler, mikroskopik görüntüleri ilgiyle incelerdim. O yüzden aslında araştırma ve üretim süreçlerine rehberlik eden sanırım asıl bu ilgi. Bunun yanında tekno-eleştirellik aslında gündelik politik kalıplara sıkışmış birçok meseleyi bu kalıplardan çıkartarak daha yatay ve fenomenolojik bir düzlemde tartışmaya açma imkanı veriyor. Polarize fikirlerin neoliberal sermayenin akışında birbirleriyle kör dövüşüne girdiği bu ortamda, şeylerin, olguların ve bilimselliğin kendisine bakmak ufuk açıcı. Teknolojinin kendisi de bazen bu eleştirellikten nasibini alıyor tabi, zira kendisini üreten politik iklimden bağımsız değil ne bilim kurumları ne de onların ürünleri. Burada amaç kesinlikle sanatsal pratiği pozitif bir zemine oturtmak değil, aksine bilimsel süreçlerin öznelliklerini ortaya çıkartmak ya da vurgulamak. Bu öznellikler tabi her zaman romantik değil, aksine çoğu zaman güç-bilgi ilişkilerinde kısa devrelerle yolunu bulan, bürokratik tahakkümlerden beslenen bir faydacılık. Bu faydacılıkla dalga geçmek için, tekno-determinizmin karşısına mitolojiyi koyduğum zamanlar da oluyor. Bu hem meselelere kültürel bir pencere açmaya yarıyor, hem de alçak gönüllü bir şekilde, kültürel romantiazsyondan da kaçınarak sanatsal ve görsel söylenceler yaratmayı da kolaylaştırıyor. 


"Tekno-eleştirellik aslında gündelik politik kalıplara sıkışmış birçok meseleyi bu kalıplardan çıkartarak daha yatay ve fenomenolojik bir düzlemde tartışmaya açma imkanı veriyor. "



Eser Görseli

Atıf Akın, Teaching a GAN the Alphabet, 2021 (Fotoğraf: atifakin.info)


Furkan Öztekin: Uzun yıllardır tekno bilimsellik üzerine eleştirel işler üreten ekiplerle diyalog halindesin. Bu bağlamda hem bireysel hem de kolektif bir yaklaşımın olduğunu söyleyebiliriz. Sanatçı/araştırmacı kimliğini göz önünde bulundurduğumuzda kendini nerede konumlandırıyorsun?


Atıf Akın: Kolektif çabalar araştırma süreçlerine olumlu katkı sağlıyor. Özellikle de katı akademik disiplinlerin arasında bir şeyleri merak ediyorsanız biraz daha spontane ve kolektif destekli yaklaşımlar önemli, bunun yanında diğer sanatçılarla herhangi bir meseleye farklı farklı yaklaşımlarla iş üretmek de çok heyecanlı, örneğin göç ve üniversite meseleleri üzerinde çalıştığım iki tane uzun soluklu yayın projem var, bunlar kollektif ve katılımcı projeler. Ancak çok disiplinli bir araştırma sürecinin sonunda yatayda kurulan kavramsal, görsel ve epistemolojik bağları kurabilmek ve buradan yaratıcı estetik bağlamda anlamlar çıkarabilmek için biraz yalnız kalmak ve olan biteni zihinde yeniden kurgulamak gerekiyor. Dolayısıyla aslında üretimlerim son kertede oldukça bireysel, içe kapalı ve tabi bir sürecin sonucu. Burada aslında sanatçı/araştırmacı bir paralellik, karşıtlık, tamamlayıcılık veya birlikteliği temsil etmiyor. Birbirlerinin yöntemlerini sürekli çalan veya taklid eden bir devinim.


"Teknolojiyi hem konu hem de ifade aracı olarak işlerime entegre edip kamusal söylemde hassas kabul edilen konuları araştırıyorum."


Sergi Kurulum Görseli

Atıf Akın, O, Çubuklu Silolar Kurulum, 2024 (Fotoğraf: atifakin.info)

 

Furkan Öztekin: “Bilinci Yeniden Kurmak: Gerçek Nedir?” sergisinde yer alan mekâna özgü medya yerleştirmen “O”, Çubuklu Siloları’nın unutulmuş varlığını yeniden keşif unsuru haline getiriyor. İnsan müdahalesi ile endüstriyel dönüşüm arasındaki ortaklığa dikkat çektiğin bu projenin günden güne değişen İstanbul'la ve bulunduğu mekanla ilişkisi üzerine neler söylemek istersin?


Atıf Akın: Bu yerleştirme, siloların geçmiş işlevinden hareketle elde edilen ve dönüşümü temsil eden bilimsel görselleştirme teknikleri ile oluşturulmuş görsel iki farklı bakış açısını iki farklı katmanda sunuyor. Bu katmanlardan biri mimari yapıya eklemlenen grafik örüntüler, bu seviyede optik bir kapsayıcılık da söz konusu zira izleyiciler bu reklam brandalarına basılmış,  bilgisayar tarafından oluşturulmuş, petrokimyasal akışkanlar mekaniği esaslarına dayalı  kodlar ile çizilmiş grafiklerin oluşturduğu optik bir deneyimi yaşıyor. Diğer katman siloların içinde, ekranlardan bir drone kamerası aracılığı ile kuş bakışı izlenebilen, doğa içinde iki katmanlı bir insan yapısı. Bu katmanlardan ilki mimari, benim yarattığım ikinci katman ise yapının işlevine ait bilimsel bir görsel temsil. Bu iki formun çakışması aslında burada işin estetiği yaratan. Aslında projenin başında sahayı incelerken buraya doğa içinde bir endüstriyel yapı mı yoksa şehrin ortasında bir endüstriyel yapı mı diye bakmak gerekir diye uzun uzun düşündüm ama fikri geliştirirken aslında daha çok doğal parametreleri devreye aldım, örneğin renklerin doygunluğu ya da simetrik mükemmellikleri ve ritimleri hem doğanın karmaşası ile zıt ama aynı zaman düzeni ile de uyumlu bir estetik benimsedim.


Çubuklu Silolar, Teras

Atıf Akın, O, 2024 (Fotoğraf: Göktuğ Güntav)


"İstanbul bence görsel refleksleri olan bir şehir, hem coğrafyası, hem yapıları, hem de kültürel zenginliği, bu refleksleri sürekli uyanık tutuyor."


İstanbul ile ilişkisi sizin dediğiniz gibi günden güne değişecek ben de bunu ancak sergi açıldıktan sonra gözlemleme fırsatı buldum. İstanbul bence çok görsel refleksleri olan bir şehir, hem coğrafyası, hem yapıları, hem de kültürel zenginliği, hem de dışavurumcu yeni nesli bu  refleksleri sürekli uyanık tutuyor. Ancak dediğim gibi işin bu yönünü ben baştan çok fazla hesaba katmadım, işin kendi metodolojisini biraz daha doğa-teknoloji hesaplaşması üzerinden kurmak istedim. Ben fikri henüz geliştirme aşamasındayken, silolar da mimari dönüşüm sürecindeydi, bu sırada gördüğüm ilk drone çekimlerinde, siloların teraslarında graffiti harfler, tek tek harf tagleri ve bir de sarı gülümseyen surat. Bu görüntü beni hem kendi yapacağım işle, hem belediyenin yürüttüğü dönüşüm süreci ve hali hazırda yaratıcı ifadeye ev sahipliği yapmış bu silolar ve ifadeni sahibi graffiti sanatçıları ile ilgili düşündürdü. Yani aslında bu yapılar zaten benden önce de şehirle, oldukça  kentsel bir sanat pratiği olan grafiti aracılığı ile ilişkiye girmişler. Benim yaptığım burada aslında bu ilişkiyi kendi sıram geldiğinde yenilemek oldu, aynı şehir duvarlarına üst üste asılan posterler gibi. Silolar ziyarete açıldıktan sonra ise hem daha fazla havadan görüntü hem de işi deneyimleyen insanların gözünden çok daha fazla görüntüyü görmeye başladım ve ortaya koyduğum estetik çerçevenin hem şehir kültürü hem de içinde bulunduğu doğal ortamla da bir karşıtlık üzerinden iyi çalıştığını düşünüyorum. Bunun yanında tabi işin İstanbul ile kurduğu diğer bir ilişki de üretim ölçek ve teknikleri. Bu teknoloji ve ölçekteki bir işin bu kadar sürede ancak İstanbul’da üretilip yerleştirilebileceğini bir kez daha görmüş oldum. Tabi burada hem Piksel hem de İBB ekiplerine sonsuz teşekkürlerimi sunmam gerekir.  


Pembe Daire

Atıf Akın, O, 2024 (Fotoğraf - atifakin.info)


Furkan Öztekin: Son olarak gelecek projelerinden bahsetmek ister misin? Güncel olarak neler üzerinde çalışıyorsun?


Atıf Akın: Teknolojiyi hem konu hem de ifade aracı olarak işlerime entegre ederek kamusal söylemde hassas kabul edilen konuları araştırıyorum ve onları içinde bulundukları katı siyasi kategorilerden kurtarıyorum. Daha spesifik olarak, pratiğimin başlangıcından bu yana bilim, doğa ve politika çevresinde var olan fiziksel, metaforik, dilsel sınırların tezahürleri ile ilgileniyorum. Çoğunlukla doğa bilimlerinin ve matematiğin yöntemlerini taklit ediyorum, sözde bir bilim adamı gibi - ama bu bir parodi değil kesinlike, aksine oldukça kendine özgü “bilim insanı olarak sanatçı” olarak.  Bu sergideki O da bunlardan biri. Son zamanlarda sanat tarihsel, biyografik hikayelere dayalı ya da kendine-mal-etmeli (appropriation) yöntemler de çok ilgimi çekiyor. Belki bu da “sanatçı olarak sanatçı” gibi araştırma tekniği. Şu an İstanbul Modern’de sergilenmekte olan Teaching a GAN The Alphabet, John Baldessari’nin Teaching a Plant The Alphabet isimli performans videosunun güncel, bilgisayarı, ev bitkisi ile denkleyen güncel bir kopyası. Silolardaki yerleştirme de hem optik Robert Smithson Spiral Jetty projesinden esinleniyor. Mimari ile ilişkisi açısından da Christo’dan etkilendiğimi söylemeliyim bu projede. Sanat tarihsel referanslarla iş üretmek benim için yeni ve heyecan verici, bir yandan da büyük ölçek işler üretmek heyecan verici hem arazi hem mimari ölçekte. 


Terasta yer alan güncel sanat eseri

Atıf Akın, O, 2024 (Fotoğraf: Göktuğ Güntav)


Atıf Akın’ın “O” isimli eserini, Ars Electronica x Piksel. Creative Solutions işbirliği ve İBB desteğiyle 10 Haziran’a dek Çubuklu Silolar’da deneyimleyebilirsiniz. Ayrıca sanatçının “Teaching a GAN The Alphabet” isimli eseri, Zamansız Meraklar sergisi kapsamında 11 Ağustos’a kadar Istanbul Modern’de görülebilir.


Seda Niğbolu’nun Zamansız Meraklar sergisi üzerine yazdığı eleştiri yazısına pikselbulten.com üzerinden ulaşabilirsiniz!

Bize Ulaşın

bottom of page