HIGHLIGHTED
RÖPORTAJ
Zehra Begüm Kışla küratörlüğünde gerçekleşen OI_Focus seçkisindeki sanatçılarla keyifli bir söyleşi.
Merve Mepa, İmelda Kuyumcu ve Doğa Ünyaylar ile "In Sync" Üzerine
Furkan Öztekin
OI_Focus sanatçıları Merve Mepa, İmelda Kuyumcu ve Doğa Ünyaylar, Noise_Vienna kapsamında gerçekleşen “In Sync” sergisindeki çalışmalarını ve sanat pratiklerini bülten okurlarına açıyor.
Keyifli okumalar!
Merve Mepa
Furkan Öztekin: Sevgili Merve, matematik ve resim gibi birbirinden tamamen farklı iki eğitime sahipsin. Bu farklılığın üretim pratiğine yansıdığını düşünüyor musun? Sence avantajları ve dezavantajları neler?
Merve Mepa: Bunu bir avantaj veya dezantaj olarak değil de, belki çeşitlilik olarak değerlendirilebilirim. Tıpkı şehir ve ortam değişiklikleri, kişisel meraklarım, ilgi alanlarımda yaşadığım kaymalar ya da süreçte yaşadığım karşılaşmalar gibi birçok farklı etken ve aktörden bahsedebiliriz. Bu da sanıyorum esnekliği beraberinde getirirken üzerimdeki baskıyı azaltıyor. Çünkü farklı disiplinleri özellikle süreç açısından çok da birbirinden ayıramıyorum. Her birinde bir problemle uğraşılıyor. Bilim, farklı sanat formları ya da zanatlaar, teknolojiler, bunların hepsi bir şekilde birer dil, birer dönüştürücü. Matematik ise tüm bunlar arasında bir dil olarak belki de en soyut ve dönüşüme en açık olanı. Dolayısıyla indirekt bir yerden pratiğime sızması kaçınılmaz oluyor. Son dört senedir, doktora tezime de başlığını veren, “etno-matematik” konusuyla ilgileniyorum. Etnomatematik, matematiğin farklı toplumların matematiksel bilgi üretme, kullanma ve ifade etme biçimlerini inceleyen bir disiplin. Bu kavramdaki “etno”, “yerel” olana dair bir ön ek. Yani batı merkezli bilgi formlarının dışında bırakılan, ve zaman içinde marjinalleştirilen bilgi formlarına referans veriyor. Bunların belli bir sistematiğe sahip olan, mantık içeren veya hesaplanabilen formlarını ise etno-matematiğin konusu olduğunu söyleyebiliriz. Tarih boyunca farklı topluluklarda gözlemlenen sayma sistemleri, geometrik tasarımlar, zaman ve takvim sistemleri, dokuma ya da örme gibi pratikler, oyun ve bulmacalar, hatta dil gibi konuları inceliyor. Hem araştırma hem de üretimlerim son dönemde bu konular etrafında şekillendi. Dolayısıyla batı merkezli matematiği, ya da genişletirsek bilim ve teknolojileri, daha politik bir yerden anlamaya ve paylaşmaya çalışıyorum. Tüm bu bilgi biçimleri kendi aralarında kendi amaçlarından veya genel kullanımlarından çıkarak bazı alternatif anlatıları mümkün kılıyorlar. Bunların içlerinden bir veya birkaçı, ihtiyaç durumuna bağlı olarak aktörler haline gelebiliyorlar.
AnonymousText/tie, OMM Sergisi, Tophane-i Amire, 2023
Güncel olarak Salt Sanatsal Araştırma ve Üretim Destek Programı 2024-2025 katılımcılarından biri oldun. Bu bağlamda nasıl bir proje yürütüyorsun biraz bahsedebilir misin? Sanatsal araştırma sürecin ne doğrultuda ilerliyor?
Salt’ta yürüttüğüm projeyi birkaç senedir üzerine çalıştığım konuların bir uzantısı olarak tarif edebilirim. Başlığı ‘An Interwoven Network: Threads and Traces’ olan proje, 'thread' ve 'trace' kavramlarını birer metafor olarak odağına alıyor. Bilgisayar ve internet teknolojilerinin arkeolojisine ve bunların yarattığı ortamlara bakan bir anlatı önerisi olarak özetlenebilir. Bu konu özelinde yazıp çizmeye ve araştırmaya yaklaşık iki senedir devam ediyordum. Saha Derneği’nin desteklediği Londra merkezli Delfina Foundation Artist in Residency programı sürecinde bu konular etrafında ziyaret ettiğim müze ve arşivler konuyu genişletme ve toparlamama çok yardımcı oldu. Şimdi ise Salt’ın desteğiyle araştırma ve üretim aşaması hız kazandı. 2025 yılında araştırma ve çıktılarımızın izleyiciyle paylaşılması planlanıyor.
12 - 15 Eylül tarihleri arasında Noise_Media Art Vienna kapsamında gerçekleştirilen, Zehra Begüm Kışla küratörlüğündeki OI_Focus sergisi In Sync’de yer alıyorsun. Sergideki anonymousText.tie ve Sample Sheets isimli çalışman nasıl ortaya çıktı?
Sample Sheets ve AnonymousText.tie, birbirlerini tamamladığını düşündüğüm iki çalışma. Her biri dokuma ve kodlama pratiklerini kullanarak toplumsal hafıza ve kayıt meselesini dil üzerinden ele alıyor. Teknoloji, bilim ve sanatın tarihsel süreçte nerelerde kesiştiği ve eklemlenerek nasıl bugüne geldiğine baktığım bir dönemde, yaklaşık üç sene önce, İstanbul Bienali Çalışma ve Araştırma Programında dokuma pratiğine odaklanmıştım. 0’lar ve 1’ler üzerine kurulan teknolojilerin -yani dokuma ve bilgisayar teknolojilerinin, toplumsal hafızayı nasıl dönüştürdüğünü tartışmaya açmak istedim. Sample Sheets ve AnonymousText.tie bunu izleyen senelerde ortaya çıkmış çalışmalar. anonymousText.tie, sürekli olarak kendini dokuyan dijital bir tezgah. Bir dokuma tezgâhı simülasyonu programladım ve ipliklerin dile göre dizilmesini sağlayacak bir algoritma işledim. Böylece twitter üzerinden #feminism hastagiyle atılan twitleri eşzamanlı olarak dokumaya çeviriyor. Bu yöntemi tercih etmemin sebebi özellikle kadınların geçmişte gizli bir mesajlaşma aracı olarak bu yöntemi dokumalarında kullanmış olmaları. Bugün bir benzerini twitter gibi sosyal medya araçları aracılığıyla yapıyoruz. Sample Sheets ise bu algoritma aracılığıyla dokunmuş on adet fiziksel dokumadan oluşuyor. Yani her bir dokuma içerisinde bir kelime ya da kelimeler öbeği gömülü. Dokumalar ve kodları çözülmüş olarak sergilenecek olan bir yerleştirme.
Kadınlar kendilerini ifade etmek için dokumayı yüzyıllarca kullandılar. Dolayısıyla dokumayı, görünmeyen ağlar kuran aktivist eylemler olarak ele alınabiliriz. Benzer şekilde kadınlar -tarihe pek not düşülmemiş olsa da, programlama ya da veri saklama gibi alanlarda da önemli aktörler olarak yer aldılar. Ancak bu tarihsel sürecin tamamına baktığımızda anonim veya görünmez kılındılar. Dokumanın bugün kullandığımız en önemli iletişim araçları olan internet ağlarının yolunu açtığını biliyoruz. Dolayısıyla bu iki çalışmanın, bu tarihsel süreci nasıl yorumlayabilirim ya da dönüştürebilirim sorusuyla başlayan bir araştırma ve üretim sürecinin çıktıları olduğunu söyleyebilirim. Çünkü hem dokuma hem de kodlamayı, alternatif ağlar ve köprüler kurmanın yollarını bulmaya çalışan eylemsel ve politik araçlar olarak görüyorum.
Sample Sheets, Üretim sürecinden görsel, 2024
N/A – A, Noise Media Art Fair İstanbul, Alan Kadıköy, 2024
Piksel.Bülten okurları için son zamanlarda izlediğin, dinlediğin, takip ettiğin ve ilham aldığın şeylerden bahsetmek ister misin? Motivasyonunu nelerde buluyorsun?
Çeşitli arşivler, makaleler, görseller, teoriler ya da yöntemlere eşzamanlı bakıyorum. Oldukça esnek ve çeşitli diyebilirim. Bir konuyla ilgilenirken veya onu araştırırken, bazen bir araç ya da malzemeyi anlamaya çalışırken ‘konu konuyu açıyor’ ve bu bir devamlılık sağlıyor. Araştırma süreçleri uzun sürelere yayılıyor ve çok katmanlı oluyor. Son dönemde daha çok işgalci bilgi sistemleri, yerel pratikler ve kaynaklar, protokoller, yeraltı ve yerüstü altyapılar, internet ağları, deneysel elektronik gibi konulara odaklandığımı söyleyebilirim. Örneğin “genderchangers” ya da “puliclab” gibi aktivist araştırma topluluklarının çalışmalarına hayranlıkla bakıyorum. Bilgisayarların ve çevrenin maddi ilişkilerini nasıl tanımladığımız veya bu ilişkilerin nasıl tanımlandığı, çizildiğini anlamaya çalıştığım okumalar ve denemeler yapıyorum. Kısaca bu sürekli evrilen ekosistemin yalnızca elektrik ve dijitalden ibaret olmadığı bir coğrafi bölge, kültürel deneyim, tarihsel sonuçlar ve perspektiflerle olan ilişkiler ağını anlamaya çalışıyorum diyebilirim.
Doğa Ünyaylar
Furkan Öztekin: Sevgili Doğa, lisans eğitimini resim üzerine tamamlasan da çalışmalarında ses üretimi ile ilgileniyorsun. Küçüklüğünden beri de müzisyen bir ailede büyüdüğünü biliyorum. Bugünden baktığında sesle olan serüvenine dair en heyecan verici, en akılda kalıcı anların, anıların neler?
Doğa Ünyaylar: Küçüklüğümde babamın müzik stüdyosu evimizin içindeydi. Nereye baksam enstrüman, hoparlör, kablo ve müzik prodüksiyonu için kullanılan çoğu aletleri görüyordum. Bana gizemli, ulaşılmaz ve dünyanın en zor fakat en zevkli nesneleri gibi geliyordu. Büyüdükçe onlara olan ilgim de artmaya başlamıştı. Onlarla nasıl iletişim kuracağımı bilmiyordum ama sürekli en yakınımda olsunlar istiyordum. Bu ilgi, resim sanatıyla beraber kompozisyonlarıma o nesneleri dahil etmemle daha da arttı. Bu sefer onların nasıl göründüğü, tek başına ve diğer nesnelerle bir araya geldiklerinde nasıl bir anlam oluşturduğu üzerine düşünmeye başlamıştım. Bir gün Galata Kulesi’ne yakın bir pasajdan çıplak hoparlör bulmaya gittim. Kutusuz haliyle önce ondan bi ses almak istedim. Tuhaf ve gürültülü gelen sesler hoşuma gitmişti. Kendimi bir laboratuvarda gibi hissetmiştim. Daha sonra tek bir çıplak hoparlörün resmini yapmaya karar verdim. Bu benim sese dair sevdiğim bir anım. Gözlerle tuvaldeki nesneyi duyabilmek heyecan vericiydi.
Bu yaz Sonic Bell Tower (2024) isimli ses heykelinin üretim sürecini sosyal medya üzerinden takip etme şansı yakaladım. Alaçatı’da yer alan mekânla kurduğun ilişkiden ve üretim/keşif sürecinden bahsetmek ister misin?
Alaçatı’da bir plajın giriş kısmına kare-küp bir yapı inşaa edildi. O yapının içine sipariş üzerine bir ses heykeli ve ses yerleştirmesi yaptım. Yapının inşaa sürecinde orada bulunmam bana mekan-ses ilişkisine dair ipuçları vermişti. Sesin dağılımı, heykelin nereye yerleştirileceği, hangi malzemelerin bulunması gerektiği gibi konular üzerinde düşünüyordum. Yapının içine girdiğimiz zaman sesin içerde ve dışarıda deneyimlenmesi epey farklıydı. Dışarıdan gelen sesler yapının içine girdiğimiz zaman neredeyse yok oluyordu. Buna yönelik yapının içine girdiğimiz zaman mekan farklılığını sesle daha çok deneyimlemek istedim. Elektro-akustik, mistik, su dalgalarını zaman zaman hissettiğimiz vakitsiz bir ses kompozisyonu oluşturup tek bir hoparlörden vererek yapının içine gizledim. Tavana baktığımız zaman ise yapının pencerelerinden gelen rüzgarla birbirlerine ara sıra değip ses çıkaran zillerle bir ses heykeli oluşturdum. Daha önce zillerin nasıl yapıldığı ve hangi malzemeden üretilirse nasıl sesler çıkar bilmiyordum. Bunun için İzmir’de zil üretim yerleri aramaya koyuldum. Başta böyle bir yeri bulmakta epey zorlandım daha sonra aradığım üretim yerini bulup hemen deneyler yapmaya, tahminler yürütmeye ve zilleri birbirlerine çarparak nasıl ses çıkardıklarına kulak verdim. Tavana yerleştirilmiş karşılıklı duran iki kasnağın birine alüminyumdan yapılmış zilleri, diğerine ise demir zilleri sıraladım. Rüzgarla beraber birbirlerine çarparak ses çıkarmalarının yanı sıra Uzunca bir sopayla da zilleri çaldığımız bir ses heykeli işi oldu. Ses yerleştirmesiyle ikisi birbirini destekler nitelikte işlerdi. Çok fazla bilgi edindiğim bir tecrübe oldu.
12 - 15 Eylül tarihleri arasında Noise_Media Art Vienna kapsamında gerçekleştirilen, Zehra Begüm Kışla küratörlüğündeki OI_Focus sergisi In Sync’de yer alan sanatçılardan birisin. Fuara, geçtiğimiz sene İMALAT-HANE’nin İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki (İMÇ) mekânında açılan Acousma isimli kişisel sergiden bir kesitle katılıyorsun. Acousma, In Sync sergisinin kavramsal çerçevesine nasıl bir katkı sağlıyor?
Acousma, işitsel halüsinasyona neden olabilen istenmeyen sesler anlamına geliyor. Kulaklarda uğultular ve çınlamalarla birlikte vuku bulan bir durum. Çevrede işittiğimiz onlarca sesin ardından, eve gelip kanepeye uzandığımızda kafamızın içinde dönen rahatsız edici bir konser, günün kalıntıları. Sünger gibi emici özelliği olan beden, gün içinde içine çektiği bol katmanlı ve rengârenk sesleri alıp tek bir frekansa indirgeyerek adeta yaşananların özetini çıkarıyor. Bu özetler epey rahatsız edici ve manasız gözükse de es geçilmemesi ya da bunlara savaş açılmaması gerektiğini düşünüyorum. Kendi bedenimiz içinde yaşanılan bu ücretsiz konserin iyi veya kötü tadını çıkartarak işitsel peyzajımızı genişletebiliriz. Bu bağlamda In Sync sergisinde çevreyle iletişime geçmeden önce kendi içimizdeki sese, etrafımızda dönen toplu seslere kulak verip onlarla birlikte, daha farkında bir biçimde mekanları ve görsel dünyayı da deneyimleyebiliriz.
Sonbaharı hissetmeye başlarken bu aralar sana en çok ilham veren şeyler neler? Müzikle iç içe biri olarak Piksel.Bülten okurlarına albüm ya da şarkı önermek ister misin?
Doğa Ünyaylar: Şu sıra filmlerden, müzikten ve edebiyattan çokça ilham alıyorum. Karşılaştığım her sanat eserini daha iyi okumak için kendimi geliştiriyorum. Thomas Mann’in “Büyülü Dağ” kitabını okumaya başladım. Daha önce izlediğim filmleri tekrardan farklı perspektiflerden, şimdiki ben ile yeniden izleyerek bu yaz aylarını iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Müzik albümü olarak Burhan Öçal ve Pete Namlook’un ‘Sultan’ albümü ve Muslimgauze ‘Mullah said’ albümünü önerebilirim.
İmelda Kuyumcu
Furkan Öztekin: Sevgili İmelda, üretimlerinde doğa, teknoloji ve insan deneyimlerinin kesişim noktalarını keşfetmeyi amaçlıyorsun. Resim eğitimi aldığını göz önünde bulundurursak çalıştığın mecraları nasıl belirliyorsun? Bu bağlamda üretimlerinde dijital ve fiziksel olan nasıl bir diyalog içinde?
İmelda Kuyumcu: Üretirken, teknik üzerine düşünmekten çok aslında merak ettiğim şeyler üstüne sorular sormaya tahmin yürütmeye çalışıyorum. Dijital ve fiziksel olarak çok keskin ayrımlar yapmıyorum. Bunun yerine fiziksel gerçekliği dijital olarak yeniden yapılandırarak ya da dijitali fizikselleştirerek, gerçeklikte gezinmenin yeni yollarını arıyorum.
Son dönemde katıldığın sergilerde Gözde Yorulmaz ile işbirliklerine sıklıkla rastlıyorum. Kolektif üretim hakkında ne düşünüyorsun? İşbirliği gerçekleştirdiğin üretimlerinde karar mekanizması nasıl işliyor?
Gözde ile yaptığımız iş birlikleri gerçekten benim için çok değerli. Bizim durumuzda bu iş birliğinin temeli aslında Piksel’deki karşılaşmamızdan sonra ortaya çıktı. Ve bu bir araya gelişlerimizde aslında ikimiz için de önemli olan sorular üzerine konuştuğumuzu fark ettik. Bu anlamda ben kolektif üretimlerin, uygulama ya da ifade alanı farklıklarına rağmen dünyanın bir duygusunu inşa etmek ortak alanlar da yaratmak demek olduğunu düşünüyorum. İş birliği yaptığım üretimlerde karar mekanizması da çoğunlukla bu doğal akış için gelişiyor.
12 - 15 Eylül tarihleri arasında Noise_Media Art Vienna kapsamında gerçekleştirilen, Zehra Begüm Kışla küratörlüğündeki OI_Focus sergisi In Sync’de yer alan sanatçılardan birisin. Sergide yer alan A Temporal Projection (2024) isimli çalışmandan biraz bahsedebilir misin?
"A Temporal Projection," fosilleşmiş bir deniz kabuğunun geçmişini teknoloji aracılığıyla yeniden yaratmayı hedefleyen bir çalışma. Deniz kabuğunun hareketsiz görüntüsünün arkasında, milyonlarca yıllık jeolojik süreçlerin izleri bulunur ve bu izler, gezegenimizin engin zaman ölçeklerini hatırlatır. Ben de çalışmamda fosil deniz kabuğunu bilgisayarlı tomografi verileri kullanarak yeniden yapılandırıyorum ardından, deniz kabuğunun biyolojik ve çevresel koşullarını simüle eden algoritmalar ve hesaplamalı modeller ile bir deniz kabuğunun büyüme sürecini temsil etmeye çalışıyorum. Bunu yaparken amacım fosili statik bir kalıntı olarak sunmak ya da yeniden yapmak değil, fosilin sahip olduğu jeolojik zamanı insan ölçeğindeki ve elinde dijital zaman kavramıyla birleştirmek ve böylece zamanın farklı deneyimlerini elde etmekti.
Yakın dönemdeki üretimlerine ve katıldığın sergilere baktığımda yoğun bir temponun içinde olduğunu tahmin ediyorum. Bu yoğunluğun arasında sana devam etme gücü veren, ilham olan şeyler neler?
Bir şeyleri merak ediyorum ve merak etmeye başlayınca sorular sormaya, araştırmaya üretmeye başlıyorum. Ve meraklarımın ortak zemini çoğunlukla teknoloji. Genel olarak teknolojiye dair çok fazla soru sorum, endişem var. Ve bu alan tüketilebilecek bir alan değil, bence.
In Sync - Sergi Metni
Küratör & Metin: Zehra Begüm Kışla
12 - 15 Eylül 2024
Palais Festetics, Vienna
Sanaçılar:
Ali M. Demirel
Deniz Tortum & Sister Sylvester
Doğa Ünyaylar
İmelda Kuyumcu
Kerem Ozan Bayraktar
Merve Mepa
Toprak Fırat & Yasin Arıbuğa
OI_Focus, Keyvisual, Eylül 2024 (Tasarım: Göktuğ Güntav)
Karşılaştığımız imgeler, geçmiş ve gelecek hakkında neleri açığa çıkarır? Bir imgenin detaylı bir şekilde incelenmesi, dikkatimizden kaçan bağlantıları yeniden görünür kılabilir mi? In Sync, Ali M. Demirel, Deniz Tortum & Sister Sylvester, Doğa Ünyaylar, İmelda Kuyumcu, Kerem Ozan Bayraktar, Merve Mepa ve Toprak Fırat & Yasin Arıbuğa'nın işlerini bir araya getiriyor. Sergi, dünyayı yalnızca nesneler ve olaylar arasındaki nedensel ilişkiler üzerinden değil, eşzamanlılık deneyimiyle de görmeyi öneriyor. İçsel psikolojik manzaralarımız ile dışsal fenomenler arasındaki etkileşimden doğan anlamlı tesadüfleri vurgulayarak, zamansal bir varoluş çerçevesi sunuyor.
Noise_MediaArt'ın ikinci edisyonunun bir parçası olan OI_Focus, medya ve teknoloji temelli sanatın bölgedeki farklı seslerini kutlamayı amaçlayarak Türkiye’den sanatçıları öne çıkarıyor. Teknolojiyle ilişkilenen zaman ve mekânın çeşitli biçimlerine odaklanan sergi, zamanın karmaşık yapısına dair derin kavrayışlar sunan ve 2005'ten günümüze uzanan işleri bir araya getiriyor. Heykel, video, yapay zekâ ve bilgisayar haritalamasını bir araya getiren sergideki işler, zamansal bütünlük fikrini altüst ediyor: çoğu zaman tesadüf olarak görülen anları geri kazanıyor ve öznel zaman algısına meydan okuyarak daha bütüncül bir akışı sunuyor. Yok olmaya yüz tutmuş ekosistemleri korumanın bir yolu olarak doğal dünyanın üç boyutlu modellerini içeren bir videodan, İstanbul'un trafik akışını izleyen kameraların yapay zeka tarafından müdahale edilmiş üç kanallı bir enstalasyonuna ve bir tomografi fosil rekonstrüksiyonuna kadar uzanan bu sanat eseri seçkisi, şimdiki anın çok yönlü, anlaşılmaz doğasını tasvir ediyor. Bu dokuz sanatçının tasavvur ettiği dünyada teknoloji, çevremiz ve insanlarla etkileşim kurmanın yeni örüntülerini oluşturmak için bir araç haline geliyor ve bize şimdi olarak anladığımız şeyi oluşturan kümülatif bilgiyi hatırlatıyor.
Viyana'da bir Neo-Rönesans mimarisi olan Palais Festetics'te gerçekleşen In Sync, izleyicileri varoluşumuzu şekillendiren eşzamanlılık örneklerini gözlemlemeye davet ediyor. Eserlerin oluşturduğu bu seçki, uyum vaad etmek yerine, şu anın tek gerçeklikmiş gibi yaşandığı günümüze bir arada var olduğumuz başka bir yolu hatırlatıyor.