HIGHLIGHTED
RÖPORTAJ
Disnovation’ın çok katmanlı pratiklerinde özellikle son yıllarında ürettikleri işler, geçen yıl aramızdan ayrılan saygın akademisyen...
Disnovation: Güneşin Olmadığı Bir Dünyada Buğday Yetiştirmek
Beyza Dilem Topdal
Disnovation’ın çok katmanlı pratiklerinde özellikle son yıllarında ürettikleri işler, geçen yıl aramızdan ayrılan saygın akademisyen Bruno Latour’un; bugün gezegemizde karşılaştığımız toplumsal krizlerin, saf bir biçimde sadece sosyal veya sadece ekonomik krizler olmadığından, birçok olgunun iç içe geçmesiyle oluştuğundan bahsettiğini anımsatır. Bilim, teknoloji, ekonomi, ekoloji ve kültüre dair sorunların iç içeliği her gün okuduğumuz haberlerin içine gömülüdür. Disnovation’ın radyoaktif mantarları, standardize edilmiş muzları ve anten ağaçları kendini modernlik üzerinden tanımlayan insanın konumuna dair dokundurmalar yapar. Materyallerin ekoloji ve poltikayla aldığı hibrit formlar, modernitenin doğrusal bir düzlemde sürekli gelişen toplum algısının karşısında, krizleri, toplumların iniş çıkışlarını ve kendilerini var eden doğaya olan ihtiyaçlarını işaret eder. Bu noktada Latour’un biz insanlık zaten ‘hiç bir zaman modern değildik’ tanımını anımsamak gerekir. Atmosferdeki karbonu temizlemek için fosil yakıt yakmaya devam ettiğimizi düşünmek, gelişmişlik-sonrası düzende; Disnovation’ın yaptığı gibi “güneşten verim alamasaydık nasıl buğday yetiştirirdik ?” sorularını sordurarak, kurgusal, provokatif ve ironik olarak gerçekçi eser düzenlemelerine ilham oluyor.
Beyza Dilem Topdal
DISNOVATION.ORG, 2012 yılında Paris'te kurulmuş bir araştırma kolektifidir ve temel üyeleri Maria Roszkowska (PL), Nicolas Maigret (FR) ve Baruch Gottlieb (CA) gibi isimlerdir. Çağdaş sanat, araştırma ve hackleme kesişiminde çalışıp ve her bir araştırmaları için akademisyenler, aktivistler, mühendisler ve tasarımcılardan oluşan özel gruplar oluştururlar. Son zamanlarda ürettikleri sanatsal provokasyonlar, ekosistem bozulmalarını çözeceğine dair yaygın inanca meydan okuyarak, 'ekonomik büyüme' ve 'teknolojik çözümler' kavramlarının yayılmasını sarsarak; Gelişmişlik-Sonrası/Post-Growth hayallerini ve uygulamalarını güçlendirmeyi amaçlar. Son eserleri arasında Nicolas Nova ile birlikte yayınladıkları hibrit yaratıkla atlası ‘Anthropocene Bestiary’ ile medya korsanlığı üzerine bir antoloji olan ‘The Pirate Book’ adlı kitap yer almaktadır. Eserleri Centre Pompidou (Paris), Transmediale (Berlin), the Museum of Art and Design (New York), Palais de Tokyo (Paris), FILE (São Paulo), ZKM (Karlsruhe), Strelka Institute (Moskova), ISEA (Hong Kong), Elektra (Montreal), China Museum of Digital Arts (Beijing), and the Chaos Computer Congress (Hamburg) gibi çeşitli uluslararası müze, kurum ve festivallerde sergilendi. İşleri Forbes, Wired, Vice, Motherboard, Libération, Die Zeit, Arte TV, Next Nature, Hyperallergic, Le Temps, Neural.it, Digicult, Gizmodo, ve Filmmaker Magazine gibi dergi ve platformlarda yayınlandı.
Predictive Art Bot V4’ , Alien Matter - Transmediale 2017 @ HKW - Fotoğraf : Dasha Ilina, CC NC-SA 4.0
Beyza Dilem Topdal: Öncelikle eserlerinizden bahsetmeden, sizi tanımak ve nasıl bir araya geldiğinizi ve kolektifin oluşumunu neyin tetiklediğini öğrenmek istiyorum.
Nicolas Maigret: 2012 civarında beraber çalışmaya başladık ve o dönem genel tartışmaların merkezinde her soruna yönelik yenilikçiliğin (inovasyonun) ve teknolojik çözümlerin baskın olduğu bir bağlam hakimdi. Bu düşünce o dönemin varsayılan söylemi olarak kabul edilmişti. Daha eleştirel bir çerçevede ve biraz daha felsefi bir bakış açısıyla eğitim almıştık ve bu yenilikçilik zorunluluğuna eleştirel bir bakış açısı geliştirmeye başladık. Bu konunun toplumdaki etkilerine yeni anlatılar getirmek, farklı sapmalar sunmak ve değer sistemimize etkisini göstermek istedik. Öncelikle bir dizi büyük etkinlik ve festival düzenleyerek başladık. Daha sonra daha çok sanat kolektifi gibi çalışmaya başladık ve projeler, kitaplar ve farklı şeyler üretmeye başladık. Doğrudan teknoloji merkezli çözümcülüğe ve tüm diğer değerlerin üzerinde olan yenilikçilik, inovasyon zorunluluğuna eleştirel bir yaklaşım sergiledik. Bu, The Pirate Book gibi kitaplara, farklı grup sergilerine ve belirli yönlerine eleştirel bir bakış açısıyla odaklanan bireysel projelere dönüştü. Bu dönemde Maria Roszkowska ile işbirliği yaptık.
Benim arka planım sanat ve eleştirel medyadan geliyor, avant-garde tarihine odaklanıyorum. Maria Roszkowska, eleştirel tasarım olarak adlandırılan bir alandan geliyor ve Baruch sanat, felsefe ve siyaset biliminden geliyor. Son beş yılda araştırmalarımızın daha farklı konularına odaklanmaya başladık. Ekonomik büyüme ile ekolojik kriz arasındaki gerilim ve sürtüşme alanlarına odaklanıyoruz. Çağdaş sorunları, koşulları ve zorlukları, ekonomik büyüme ile ekolojik krizin nasıl bağlantılı olduğu göz önünde bulundurularak ele alırsak oldukça ilginç dinamikler ortaya çıkıyor. Bu özel bakış açısını kullanarak bilim insanlarıyla, teorisyenlerle ve aktivistlerle görüşmeye başladık ve kendi uygulamalarında ve araştırmalarında bize yardımcı olabilecek kavramları, konseptleri sorduk. Bu şekilde post-growth serimizde paylaşılan röportajları biriktirmeye ve toplamaya başladık. Eser merkezinde her biri belirli bir temel kavramla ilgili yaklaşık 100 kısa röportajın bir araya getirildiği bir video koleksiyonu. Bu anahtar kavramlar farklı disiplinlerden düşünce araçları gibi aslında. Bunlar düşünmek, anlamak kucaklamak ve ekolojik kriz, enerji dönüşümü, ekonomik büyüme vb. konularla ilgili daha iyi bir aracılık kazanmamıza yardımcı olacak araçlar.
A Bestiary Of The Anthropocene, Fotoğraf: Disnovation.org
BDT: Videolarınızda ele aldığınız temel kavramlar, saha araştırmanızdan mı ortaya çıktı? Onları size ilham olan ve bahsettiğiniz güncel tartışmalara yanıt oluşturduğunu düşündüğünüz literatürden mi seçtiniz?
Nicolas Maigret: Bu kavramlar tam olarak bu iki yaklaşım arasında yer alıyor. Genellikle önce ilham aldığımız çalışmaları okuyarak başlıyoruz ve daha sonra bu araştırmacılarla buluşuyor ve onlarla belirli kavramlar, konseptler veya araştırmalarının belirli yönleri hakkında görüşme yapıyoruz. Ya da bazen gerçekten yeni bir araştırma alanıyla veya bilim insanları topluluğuyla tanışıyoruz ve araştırmamız için faydalı gördüğümüz yeni temel temaları tanımlayana kadar bu topluluğa biraz dalmaya başlıyoruz. Her zaman iki katmanlı oluyor, yeni bir konuda daha fazla derinleşir ve ardından bu insanlara geri döner ve onlara belirli sorular sorarız, güçlü anahtar konseptleri izole ederek, daha geniş bir izleyici kitlesi için anlaşılabilir hale getiririz. Çünkü, dünya koşullarını düşünmek için kullanabileceğimiz bu çok güçlü modellerin, aslında çoğu zaman çok da iyi bilinmediğini fark ettik. Bunlar genellikle belirli bir disiplin içinde dolaşan kavramlar veya çok dar bir çıkar alanında değiş tokuş edilen bilgilerdir. Çoğunlukla belli disiplinler, alanlar veya gruplar dışına çıkmaz, toplumsal alanda pek dolaşmazlar. Bu nedenle, sanatçılar olarak, bu kavramların dünyayı daha iyi anlamamıza fayda sağlayacağını ve aynı zamanda daha geniş bir sosyal tartışmaya katkıda bulunabileceğini düşündük. Bu yüzden onları toplamaya, paylaşmaya, dolaştırmaya ve erişilebilir hale getirmeye başladık.
Baruch Gottlieb: Tüm anlatıya birkaç şey ekleyebilirim. Öncelikle, arka planımla ilgili bilgi sahibi olmanız iyi olur. Sadece felsefe değil, sinema geçmişim de var, bu yüzden her şey benim için film yapmak gibi, hikayeler oluşturmak, kültürel referanslar yapmak gibi. Birlikte çalışmaya başladığımızda, Nicola'nın da dediği gibi, büyük problemleri, sanatçıların bu çok zorlu ve karmaşık sorunları toplumun ya da bizim kendimizin anlayabileceği bir şeye dönüştürmeye nasıl katkıda bulunabileceği konusunda bazı yollar arıyorduk. Bu sadece sanat dünyası, medya sanat dünyası için de geçerli değil, aynı zamanda farklı disiplinlerden bilim insanlarına da yardımcı olacak bir şeyler üretmek istiyorduk. Onlar birbirleriyle konuşmasa da aynı fenomenin farklı boyutlarını inceleyen bilim insanlarının disiplinlerin sınırlarını aşmalarına ve bir araya gelmelerine yardımcı olacak bir fırsat sunmak istiyorduk. Sanat eseri, insanların normalde tanışmayacağı veya birbirleriyle iletişim kurmakta zorluk yaşayabileceği durumlar için yeni bir fırsat sunar, çünkü belirli sektörlerinde, toplumlarında ya da kurumsal sınırlarında ayrılmış olabilirler. Başka bir yönü, görsel kültürel unsurların üretilmesi ve dünyada meydana gelen olaylar, kendi etraflarında medya üretimi yapar; evet, medya üretiriz ve bu medyayı sosyal medyada kullanarak bu zor ve yaygın sorunlar etrafında tartışmaları sentezlemeye yardımcı olabiliriz. İklim değişikliğiyle yüzleşmek veya enerji dönüşümü gibi konularla karşılaşıyoruz. Bunlar bir araya geldiğimizde ve çalışmamızı geliştirmeye çalıştığımızda göz önünde bulundurduğumuz bazı düşünceler. Bilimsel araştırmalar yapıyoruz,bilimsel kaynaklarla her zaman çok zengin bir değişim içinde olmaya çalışıyoruz. Sadece bilimsel kaynakları okumuyoruz, ilginç bulduğumuz çalışmaları veya araştırmacıları bulursak onlarla da iletişime geçiyor ve aynı zamanda, araştırmalarının üzerinden yaptığımız işler hakkında eleştirel geri bildirim almak için bir diyalog geliştirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle, işlerimizin bilim insanları veya uzmanlar tarafından ciddiye alınacak kadar sağlam olmasını her zaman istiyoruz, böylece sadece bizim için değil, sadece sanat bağlamındaki insanlar için değil, onlar için de faydalı olacak. Belki şu konudan da bahsetmem gerek, çok sık karşılaştığımız bir soru ‘Disnovation, bir tür gelişim karşıtlığı mı?’ şeklinde oluyor. Teknofobik veya anti-teknolojik mi diye soruyorlar. Gerçekten durum bu değil. Tabii ki, teknoloji çeşitli yenilik vektörleri, yeni oluşumların farklı yönlerini üretiyor. Bu yüzden, daha az dikkate alınan bazı alanlara odaklanıyoruz. Teknoloji ve bilim ilerledikçe Nicola'nın bahsettiği teknopozitivizm, teknoloji üstünlüğü, teknoloji çözümcülük gibi baskın anlatıları görüyoruz. Ancak bunun yanı sıra, iklim değişikliği, okyanusların asidifikasyonu gibi diğer yeni oluşumlar da var, bunlar entegre etmemiz gereken sorunlar olarak öne çıkıyor.
BDT: Evet, aslında tam da o konuya geçecektim, çünkü bildiğim kadarıyla Disnovation, disobedient innovation - itaatsiz inovasyon anlamına geliyor ve belki bunu biraz daha açabilir misiniz? Gördüğüm kadarıyla, eserleriniz genellikle yıkıcı ve kışkırtıcı provokasyonlar olabiliyor, sizin sözlerinizle de “teknolojik çözümcülük ideolojilerine meydan okuyor" ve teknolojiye böyle bir lensten bakmak, onun aracılığını ve faalliğini fark etmek, gerçekten önemli görünüyor, genel geçer bakış açılarını tersine çevirmek gibi.
Nicolas Maigret: Evet, aslında bu tanım, kolektifi başlattığımız ilk dönemde çoğunlukla temel ifade şeklimizdi, şu anda da bir bakıma geçerliliğini koruyor, ama belki biraz daha uzak bir şekilde. Bu itaatsiz inovasyon fikri, neoliberaI mantığa göre, inovasyon varsayılan olarak kâr amacı güden pazarın ve tüketim sisteminin optimize edilmesi ve hızlandırılması için kullanılan modelin bir organı haline gelir. Çoğu zaman, inovasyon, toplumsal refahın artırılması veya insanlar, ülkeler arasındaki etkileşimin kalitesi gibi şeylere katkıda bulunma olarak tanımlanmaz, çoğunlukla serbest piyasa dinamiklerini artırmak için kullanılır, bunu etrafını saran politikadan da anlayabiliriz. Belli ki, bu çoğunlukla yeni şeyler yapmak ve yenilik üzerine düşünmekle ilgili bir soru değil, bugünkü politik sistemde verimlilik kazancını ve çabalarını nereye yerleştirdiğimizle ilgili bir soru. Dolayısıyla temelde, teknolojinin neler yapabileceğini ve bilim ve teknolojinin bir şekilde sosyal refaha hangi katkıları sağlayabileceğine dair bir önyargı olduğu gerçeğine bakıyoruz. Yani, şu anda yaptığımız şeyin özünden biraz daha uzak olabilir, ancak yine de bazı açılardan alakalı.
Baruch Gottlieb: Bununla bağlantılı, Schumpeter’e ait ‘'Yaratıcı Yıkım' adlı bir kavram var. Bu, neoliberal inovasyon kavramının temelinde yer alıyor. Mevcut sistemleri yıkıp bozuyorsunuz ve yeni işlevsellikler üretiyorsunuz ve ardından iki yöne çekilebiliyor. Yeni işlevsellikten çıkan bir sistem kuruyorsunuz ve insanları abone yaparak gelir elde ediyorsunuz, ancak aynı zamanda bozulmadan da çıkartma yapıyorsunuz, böylece insanlar belirsizlik ve kaos ortamına giriyor, işlerini kaybediyor ve maaşlar düşüyor. Neoliberal inovasyonun iki vektörlü bir süreç. Bu yaratıcı yıkım ve bu, büyümenin bir itici gücü ve güncel temalarımıza bağlanıyor, aynı zamanda bilimsel ve teknolojik araştırmaların kaynağıyla da ilgili. Sadece ilerleme veya aldığımız ürünlerle değil, aynı zamanda bilim ve teknolojinin neden ilk sırada finanse edildiği ve teknolojinin askeri yönüyle de çok ilgisi var, bu yüzden. Bu tür yaratıcı yıkım süreci, teknolojik inovasyondan sistem çıkarma ve kar elde etme sürecine çok dahil edilmiştir. Bu nedenle, kolektif olarak gerçekten odak noktamız, başka hangi inovasyonların yeterince finanse edilmediği veya yetersiz teorize edildiği ve buna yanıt veren çağdaş modeller üretmektir. Ve eserlerimizde, bu baskın inovasyon ve teknoloji-çözümcülük anlatısıyla aynı zamanda ortaya çıkan bazı durumları sentezlemeye çalışıyoruz. Evet, çünkü örneğin iklim kriziyle yüzleşiyoruz, şu anda çevresel karbon emilimi üzerine bir projemiz var, bu çevredeki karbondioksiti nasıl emebileceğimizle ilgili bir terimdir. Fosil yakıt kullanımıyla çok fazla karbondioksit salınıyor ve muhtemelen 1.5 derecelik veya sanayi dönemi öncesindeki 2 derecelik iklim hedeflerine ulaşamayacağız. Bu nedenle, birçok yatırım karbon emilimine yönelik yapılıyor. Şimdi, bir taraftan çok üzücü bir gelişme, dünya çapında endüstriyel üretimi düzenlemek ve iklim hedeflerini karşılamak için gerekli olan politik etkiyi birleştiremiyoruz. Bu nedenle, çevreden karbon çıkarmaya yönelik yeni bir endüstri geliştirmemiz gerekiyor. Her şeyin düzeleceği konusunda umutluyuz, göreceğiz. Ama şu anda bu türden pazarlıksız dengeleri araştırıyoruz.
A Bestiary Of The Anthropocene, Post Growth, Kişisel Sergi, Ocak 2023 @ Kunsthaus Langenthal - Fotoğraf: Cedric Mussano
BDT: Belki tüm bunlarla bağlantılı olarak, Bestiary of the Anthropocene işinizi gündeme getirmek istiyorum. Bu eser, görüldüğü kadarıyla geniş bir araştırmayı kapsıyor ve bir çeşit envanter kitabı, kaynağı gibi de görünüyor. Anten ağacı, radyoaktif mantarlar, Roomba süpürgesi gibi bir çok hibrit türleri, materyalleri ve hatta coğrafyaları içeriyor. Yani düşündüğümde, neredeyse tüm materyaller, insanlar ve insandan öte diğer canlılar, Antroposen Çağı’da teknoloji ve bilimle iç içe. Bu durum bana Latour’un "Biz Hiç Bir Zaman Modern Değildik" adlı kitabını anımsattı. Bu nedenle, bu eserin yaratıcı süreci hakkında ve türlerin seçimine dair bilgi almak, son olarak da enstalasyonun nasıl düzenlendiğini dinlemek isterim.
Nicolas Maigret: Tabi ki, bu, yaklaşık yedi yıl önce antropolog Cenevre merkezli olan Nicola Nova ile başladığımız bir kitap projesi. Temelde Ekoloji ve Dünya sistemi bilimleri ile beşeri bilimlerin tartışmalarında yan yana giden konuları incelemeye başladık. Antroposen tartışmalarıyla birlikte, doğa fikrini arkamızda bırakmamız gerektiği veya doğaya geri dönebileceğimiz gibi bir düşünceden vazgeçmemiz gerektiği fikri vardı. Bu tartışmanın yanında, aslında gezegenin tamamen yapaylaştığı bir dönemde olduğumuza vardık. Belki de şu anda, her şeyin bir şekilde yapaylaştığı bir tarihsel dönemdeyiz. Bunun, politik tahayyüller ve geleceği yönlendiren aracılar için ilginç bir başlangıç noktası olduğunu düşündük; her şeyin bir şekilde veya çeşitli şekillerle yapaylaştığı bir dönemdeyiz. Bunu birçok şekilde düşünebilirsiniz. Örneğin, mikroplastiklere bakarsak, şu anda vücudunuzun içinde ve çevrenizdeki su sistemlerinin içinde bulunuyorlar. Balıkların, toprağın içinde yer alıyorlar. Temel olarak gezegen sisteminde dolaşıyorlar. Hatta en uzak bölgelerde bile bu mikroplastikleri bulabilirsiniz. Atomik kirlenmeye veya radyasyona baktığınızda, doğrudan insan yapımı bir atomik değişimin etkisini bulacaksınız. Bu yapaylık konusunu birçok açıdan ele alabilirsiniz.Aslında temel nokta, etrafımızdaki her şeyin yapaylaştığı veya yapaylaşmış olduğunu düşünmektir ve bunu iki ana şekilde inceleyebiliriz. Birincisi, insan eylemlerinin sonuçlarıdır ve diğeri ise dünyayı yapaylaştırmak için bilinçli tasarım veya bilinçli eylemlerdir. Her yere beton dökülmesi, altyapı inşası, bunların hepsi yapaydır elbette, ancak bir ormanı yönetmek bile, hasat etmek ve kullanılmak amacıyla dikilen ağaç türleri, tamamen yapay bir manzara oluşturur. Bu bir orman değildir, tamamen insan yapımı bir şeydir. Bu yüzden bununla ilgili bir tür bildiri veya manifesto üretmek ilginç geldi, ki bu da kitabın amacı oldu. Ayrıca etrafımızı saran bu karmaşık yapıları ve hibrit türleri, doğal/teknolojik, veya bilimsel öğeleri, her gün etrafımızda olan ve bazen farkında olmadan veya dikkat etmeden karşımıza çıkan hibrit örnekleri tanımak için bir kılavuz görevi de üstleniyor. Seçim yaparken, çok eski klasik sınıflandırma yöntemini kullanmaya karar verdik, temelde varsayılan doğa bilimci sınıflandırma yapısı, ki bu aynı zamanda Wikipedia'nın yapılandığı sistemdir. Ana krallık var, alt familyalar ve ailenin içinde alt türler var, bunlar ağaç sistemini oluşturur ve Vikipedi de böyle organize edilmiştir. İşte kitaptaki örnekleri de bu türdeki organizasyon sistemine göre düzenledik; hayvanlar krallığı, bitkiler krallığı, mineraller krallığı ve klasik kategorilere uymayan her şeyi de Karışık Krallık adı altında düzenledik. Yani mantarlar, bakteriler, atmosfer fenomenleri, radyo frekansları gibi şeyler. Ana fikir, örneklemelerin nicelikleri açısından tamamen kapsayıcı olmak değildi, aslında daha çok hibritlik kompleksliği ile ilgiliydi, ki bu şekilde karmaşık türlerin örneklerini verebilelim. Bu noktada okuyucunun kendi çevresindeki diğer karmaşık yapıları ve türleri tanıma ve geliştirme yeteneğine de güveniyoruz. Bu nedenle bu örnekleri veya ürünleri toplamaya başladık ve bu fiziksel eserleri, bilimsel çizimlerle ve ayrıca geleneksel bir yapıya sahip doğabilim gözlem metinleriyle birlikte sergiliyoruz. Bu metinler, türlerin bulunabileceği bağlamı tanımlamaya çalışıyorlar. Örneklediğiniz türün özgünlükleri nelerdir? Nerede bulabilirsiniz? Nasıl oluştu? Ve benzeri soruları içeriyorlar.
Life Support System, disnovation.org/farm.php - Fotoğraf: disnovation.org
BDT: Arkasında bir anlatı ve hikaye var gibi duyuluyor, ki bu belki de kolektif oluşumla ilişkilidir. Baruch'un bir film yapımcısı olduğunu söylediğinde işlerinizin kurgusal boyutunu düşündüm, aynı zamanda eleştirel tasarım, medya arkeolojisi ve politik boyutlar bu esere kavramsal olarak yansımış, buna katılır mısınız?
Baruch Gottlieb: Kesinlikle. Sanırım başlangıçta bestiary (yaratık ansiklopedisi/koleksiyonu) toplamanın tarihi, insanlık ile çevre arasındaki ilişkiyi anlama çabasıyla ilgili. Doğadan örnekler çıkarıp incelemek. Ekolojideki "eko" kelimesi, yani ev, demek oluyor ki, ekoloji ve doğa hakkında konuştuğumuzda, aslında onu evin içine getirmişizdir. Doğayı evin içine getirdik, bu yüzden artık gerçekten doğa değil. Evet, bu Antroposen çağının hikayesi gibi. Bu bestiary, nesneleri doğadan çıkardığımıza göre, artık hepsinin bu insanla dolu doğa-melez şeyinin bir parçası olduğu duruma işaret ediyor. Sergilediğimiz sanat mekanındaki düzenlemeyi gördüğünüzde, sanki 19. yüzyıldaki soylu ailelerin veya bilim insanlarının evlerinde sahip oldukları eski koleksiyonları hatırlatıyor. O dönem çevreden çeşitli unsurları göstermek oldukça yaygın bir şeydi. Ancak tabii ki, dünyayı ve doğayı incelemeye çalışma ile, doğanın tüm inceleme çabalarından kaçtığını kabul etme arasındaki bu çelişki devam ediyor. Sanırım eserin kurgusunda oynadığımız şeylerden biri de bu. Doğaya karşı teknik ve bilimsel hâkimiyet eğilimi, hiçbir zaman tamamlanamayacak.
BDT: Peki, 19. yüzyılda toplama ve sergileme isteği -belki şu anda da- doğaya karşı sömürgeci bir yaklaşım olarak adlandırılabilir mi?
Baruch Gottlieb: Kesinlikle, bu bir özünü çıkarmaya yönelik bir yaklaşımdır ve sömürgeci yaklaşım da çıkarcı bir yaklaşımdır çünkü kral veya imparatorluk otoritesinden uzak bir bölgeden değer çıkarmak, sömürgecileri oraya göndermek suretiyle daha fazla değer çıkarma amacı taşır. Batı bilimsel eğilimi de çıkarcıdır, bu nedenle evet, sömürgeci harekete, toprakları ehlileştirme ve kârlı hale getirme çabasına müttefiktir diyebiliriz.
BDT: Daha önce yaptığınız bazı işlerde mizahın ve oyun oynamanın rolü de var. Mesela 'Predictive Art Bot' adlı eserinizde, bunun oldukça belirgin olduğunu düşünüyorum. Ara sıra Twitter'a girdiğimde, neler ürettiğini veya ne yayınladığına bakıyorum. Biraz bu projeyi anlatabilir misiniz? Aynı eserin farklı kurulum versiyonları olmalı, onlardan da bahsedebilir misiniz?
Nicolas Maigret: Genellikle çoğu tipik medya sanatçısından farklı bir şekilde çalışmaya meyilli oluyoruz, yani gerçekten yineleyici bir şekilde çalışıyoruz. Her zaman projenin büyük, gösterişli versiyonunu üretmiyoruz, ancak yeni bir alanı veya yeni bir deney alanını keşfetmeye başlıyoruz ve hızlı bir şekilde yinelemeler yapıyoruz. Projelerin versiyonlama üzerinden zamanla gelişerek iteratif bir şekilde evrilmesini sağlıyoruz. Predictive Art Bot da bu stilde, yani bir metin üreticisi olarak başladı. Önce özel bir web sayfasında ve sonra Twitter üzerinde yayınlamaya başladık ve daha sonra farklı biçimlerde, bir enstalasyon kurulumu ile genişlettik. Mizahi kısma gelince, projelerimizin birçoğunda bir tür uzaklık veya refleksivite eklemeye çalışıyoruz ve bu refleksivite bazen oldukça teorik ve felsefi olabiliyor. Yapay zeka etrafındaki bu vızıltının ve sosyal medyanın insanların hayal gücüne ve fikirlerine olan etkisi ile ilgili ikinci dereceden bir etki yaratmak istedik. Sosyal medyanın sanatsal fikirleri nasıl aldatıp etkilediğini ve normalleştirdiğini yakalayan bir şey yapabiliriz düşündük. Sosyal medya erken veya orta dönemlerinde o kadar açık bir şekilde, sanatçıları, sanatçı fikirlerini ve sanatçıların çalıştığı konuları o kadar güçlü bir şekilde etkiliyordu ki. İlk başta biraz komik geldi, çünkü çeşitli yarışmaları veya farklı komiteleri değerlendirmemiz gereken yerlerde, benzer fikirlerin, tüm yeni trendlerle belirgin bir şekilde tanımlandığını gördük. Dronelar ve nöral ağlar gibi trendleri içeren onlarca başvuru gördük ve hatta bazıları neredeyse temel olarak aynı fikirdeydi. Bu açıkça bir tür yankı odası etkisidir. Bu nedenle, biraz basit ve aptal bir programın, bir bot’un, bunu neredeyse öngörebileceğini ve yapabileceğini düşündük. Tabii ki, bunu mükemmel bir şekilde yapmaya çalışmadık. Daha çok bir uzaklık, bir eksiklik ve bir mizahla yaptık. Sonra fark ettik ki, aslında mekanik ve algoritmik doğası sayesinde, politik doğruculuğun ötesinde ya da insan hayal gücü algısının ötesinde fikirler de üretiyor. Medyanın bizi nasıl etkilediğine dair refleksif, mizahi bir ayna sunarken, aynı zamanda neleri düşünmeye iznimiz olduğu veya neleri rahatça düşünebileceğimizi düşündürürken; tolere edilebilir, olağan çerçevenin dışında fikirlerle karşılaştırıyor.
Baruch Gottlieb: Sadece bir referans eklemek gerekirse, Vilem Flusser'ın görevlilik kavramını anmak isterim. Eğer medya sanatı festival döngüsü bir aparata sahipse ve tüm kullanıcılar, yeni bir teknolojik fırsat olduğunda, drone veya yapay zeka gibi yeni bir şey olduğunda, o yeni fırsatı her şekilde kullanmaya çalışacak. İşte Predictive Art Bot da tam olarak bunu keşfediyor. Bu yeni fırsatı kullanmanın her olası yolunu test etme eğilimi var, ama sonunda, Nicolas'nın da dediği gibi, kendilerine benzemeye başlıyorlar ve hatta festivaller bile kendilerine benzemeye başlıyor, sanatçılar bir tür organizma haline geliyorlar ve bunun dışarısı yok gibi görünüyor. Yeni teknolojik şartlar kendisine rastgele bir sanatçı, koleksiyon ve aynı festivali ortaya çıkarıp duruyor. Sanat kısmında ne dereceye kadar bir dış dünya olduğunu deneyimlemek istiyorduk. Tabii ki bunu bu görevi çok basit bir insan olmayan otomatik oyuncuya bırakırsanız, imkansız veya kabul edilemez sanat eserlerini bile sergileyebilirler.
Nicolas Maigret: Ve dostça bir notla kapatmak adına söylemeliyim ki bu aynı zamanda medya sanat alanına veda niteliğindeydi. Bu, açıkça medya sanat sektöründe olan son projemizdi. Evet, bu araştırma serisini sonlandırmak ve daha çok diğer konulara ve farklı pratiklere odaklanmak için iyi bir yol gibi hissettirdi.
Baruch Gottlieb: 20 yıldır medya sanat sahnesinde olan biri olarak, birçok kreatif içgörünün, ilginç sanat eserleri olabilecek fikirlerin, yeni bir teknoloji ile genellikle gerçek ticari ürünlere dönüştüğünü görebiliyorum. İnternet sanatın başlangıcında kaç tane Facebook oluşturulduğunu bilemiyorum. Sanatçılar zaten içgörülere sahipler, sadece onları yapacak kaynakları yok. Ama biliyorsunuz, yeni teknoloji ortaya çıktığında, "Vay be, bu gerçekten toplumda devrim yaratabilir” diye düşünüyorsunuz ve sanatçılar bu olasılığa heyecanlanıyorlar. Nasıl yeni sosyal kültürel formlar oluşabileceğini hayal ediyorlar. Biraz alaycı bir şekilde baktığınızda, ticari sektörün sanatçıların ne yaptığını izlediğini görebilirsiniz. Bunu bir tür Sanat&Ge (Art&D) olarak değerlendiriyorlar, Ar-Ge gibi değil. Medya sanat sahnesi yıllar içinde geliştikçe, Facebook ve Google gibi şirketlerin, sanatçıları şirket içinde işe aldıklarını görebilirsiniz. Sanat için değil ama iş dünyası için, sanatçıların yeni bir teknolojik gelişmeyi nasıl yakalayabileceğini ve yeni sosyal olanakları nasıl genişletebileceğini keşfettiler.
BDT: O halde daha güncel pratiğinizden bir eser olan 'Life Support System' hakkında biraz konuşmak isterim. Bu çalışma, doğanın göz ardı edilen emeğine, zaman tabanlı bir enstalasyonla bakıyor. Anladığım kadarıyla, bir metrekarelik bir alanda büyüyen buğday ekinini gösteren bu enstelasyonda, buğdayın hasat edilmesi için gerekli olan tüm bileşenler; elektrik, su, donanım ve maliyetler de bir arada sergileniyor. Bu yerleştirme, ne tür bir gelecek senaryosunu içeriyor ve sergilendiği süre boyunca neleri ortaya çıkardı?
Nicolas Maigret: Post-Growth röportaj serisini yaparken, özellikle yoğun, karmaşık ve ilginç olduğunu düşündüğümüz bazı kavramlar ve fikirler belirledik. Bu güçlü kavramlar arasında, değeri anlama şeklimizde yaşanan bir şey olduğunu fark ettik. Değerli olan şeylerin, şu andaki ekonomi modeller ve temelde para ekonomisinden oldukça etkilendiğini gördük. Sorun şu ki, ekonomik sistemimizin şu anki şekli, doğanın ve ekosistemlerin sonsuz olduğunu ve bu nedenle hesap dışında bırakılması gerektiğini düşünüyor. Yani, bir nesneye, bir hizmete veya bir etkinliğe değer atadığımızda, bu insan emeği, taşıma, makineler ve altyapı çalışması toplanıyor, ancak doğa ve ekosistemler hiç bir şekilde değerlendirilmiyor. Bunu oldukça karşıt ve paradoksal bir durum olarak gördük. Mevcut durumda, ekosistemlerin içsel değeri etrafında farklı bir bakış açısı getirmemiz gerekiyordu. Yani proje, ekosistemin asıl değerinin ne olabileceğiyle ilgili. Bunu yapmak için tamamen kapalı bir ortamda buğday yetiştirmeye başladık, yani bir bakıma ekosistemlerden tamamen ayrılmış durumda. Ve bunu yaptığınızda, hayatta kalması için gerekli tüm yapay girdileri sağlamanız gerekiyor; su, besin maddeleri, yapay güneş, yapay rüzgar gibi. Ve aynı zamanda bu andan itibaren ekonomi oyununu oynamaya başlayabiliriz, eğer hiç ekosistem olmasaydı ne kadar maliyeti olurdu? Ekosistemler büyük ölçüde zarar görmeye başlarsa, basit bir şey yiyecek yetiştirmenin maliyeti ne olurdu? Bir kilogram buğday için küresel piyasalarda 0,15-0,20 dolar aralığında değişen bir fiyat yerine, 200 ila 400 dolar civarında bir değerle karşılaşırsınız. Bu sayının mükemmel veya gerçek sayı olduğunu iddia etmek istemiyoruz, daha çok bir ölçek, sağlamak için, sağlıklı ekosistemlerin içsel değerinin daha gerçekçi bir ölçeğini benimsememiz için gerekli.
Baruch Gottlieb: Burada sözkonusu olan sağlıklı ekosistemin ölçülemez katkısı var. Girdilerin izlenmesi ve sergilenmesiyle oynayarak bunu canlı bir performans gibi göstermeye çalıştık, verilerin gerçek zamanlı olduğu bir bitki performansı gibi. Her zaman cep telefonunuzda görebilmeniz de başka önemli bir boyut. Onu bara götürebilir veya kahve molasına çıkarken yanınızda getirebilirsiniz. Telefonunuzda gösterebilir, canlı bitkiyi izleyerek ve tüm girdileri görebilirsiniz. Aynı zamanda oldukça pervasız, bitkiyi gerçek dışı bir ortamda tutarak sirkte bizim için oynamaya zorlamak gibi. Ama bu, insan medeniyetinde zaten yaptığımız bir şey. Yani aslında bitkilere insan amaçlarına hizmet etmek üzere evcilleştirilmek ve değiştirilmek isteyip istemediklerini hiç sormadık, değil mi? Sürdürülebilirlik, enerji geçişiy ve ayrı teknoe-çözümcülük kavramı ile ilgili başka bir katman daha var. Yapay yeşil şehirlerini veya yapay büyük ölçekli tarım vizyonlarını görürseniz, genellikle çok fazla yeşil yapraklı sebze, domates ve fesleğen gibi bitkiler görürsünüz. Buğday gibi temel gıdaları seçmemizin nedeni, buğday veya pirinç gibi tahılların, insanların varlığı için, her medeniyetin enerji gereksinimlerinin temelini oluşturmasıdır. Bu gıdalar insanların yaşamak için ihtiyaç duyduğu kalorileri sağlar. Her gün beynimizin çalışması, veya bir röportajda rasyonel bir şekilde konuşabilmemiz için 2000 kaloriye ihtiyacımız vardır, bu kalorileri alamazsak, hiçbir şey yapamayız. Vücudunuza bu kalorileri sağlamak için yediğiniz yiyeceklerin genellikle geleneksel tarım ile üretilmesi için gereken enerji güneşten gelir. Yapay bir enerji kaynağıyla bunu değiştirmeye çalıştığınızda, temel gıdaları yetiştirmenin oldukça pahalı olduğunu keşfedersiniz. Marul ve domates gibi büyük su içeriğine sahip bitkileri yetiştirebilirsiniz. Çok güzel ve hızlı büyürler. Ancak çoğunlukla sudurlar ve eğer günde 100 domates yeseniz bile yeterli kaloriyi, yüksek sinirsel, entelektüel işlevlerinizi yeniden üretecek kadar kalori alamazsınız. Yani aslında insanları yapay olarak yetiştirilmiş materyalle beslemeye çalışırsanız, çok fazla enerjiye ihtiyacınız vardır. Bu enerji bir yerlerden gelmek zorundadır. Güneşin tarlalara battığı ve bitkilerin güneşi metabolize etmek için tarladan besin aldığı sağlıklı bir ekosisteminiz yoksa, hepsini içeri almaya çalışırsanız, o zaman gerçekten neden bahsediyorsunuz? Yapay çiftlikleri işletmek için fosil yakıtları yakmaktan mı bahsediyorsunuz? Bu enerji ve ekosistemin değeri meselesi haline dönüyor dünyada hayatta kalmak için kullandığımız enerji nereden geliyor? Bitkilerden güneş enerjisi yoluyla besleniyoruz, ne yazık ki güneşi doğrudan yiyemiyoruz. Güneşten aldığımız bu bedava enerji kavramının, yeni projelerimizin merkezinde önemli bir yeri olduğunu söylerek noktalayabiliriz.