top of page

HIGHLIGHTED

RÖPORTAJ

OI_Emerge sergisinin sanatçılarıyla bir söyleşi.

Yükselen yeni yıldızlar: OI_Emerge 2024 ardından

Hande Şekerciler

Bu yıl ilk edisyonuyla izleyiciyle buluşan Noise_Media Art'ın ardından, dünyadan yükselen yeni yıldızları radarına alan OI_Emerge sergisinin sanatçılarıyla söyleştik.


İnternet, cep telefonları vb yazılım-donanımların gelişmesiyle ve bu araçlara erişimin ucuzlamasıyla, kitle iletişiminin önceki yüzyıllara göre çok daha kolay olduğu günümüzde bile beyaz-erkek olmayan sanatçıların görünürlüğü hala bir tartışma konusu. Biz organizasyon yapısı olarak mevcut adaletsizliklere bir çözüm olarak gördüğümüz pozitif ayrımcılıktan yana tavır almayı tercih ediyoruz. Öte yandan pozitif ayrımcılığın kadınları eksik gösterdiğini ya da hak edilmemiş imkanları elde etmelerine sebep verdiğini savunan taraflar da mevcut. Sergi ve misafir sanatçı programlarıyla uluslararası sanat dünyasına da adım atmış genç bir kadın sanatçı olarak, yaşadığınız ülkenin durumunu da göz önüne alarak siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Alara Başar: Pozitif ayrımcılığın ayrılan tarafı olumsuz veya daha direkt olarak "başka" gösterdiği yanlar olabiliyor. Örneğin "Sanatçı" yerine "Kadın Sanatçı" durumu ekstra bir kategori oluşmasına zemin hazırlayabiliyor. Buna rağmen pozitif ayrımcılığın aslında nasıl işlediği benim için önemli. Bu tarz başlıklar altında oluşturulan sergi ve etkinliklerde sadece kadın sanatçı olduğu için değil, serginin teması ve kategorisi ile ilgili ve uygun olduğu için temsil ediliyor olması önemli olan nokta. Sonuç olarak pozitif ayrımcılığı asıl ve gerçek bir amaç olan eşitliğin sağlanması yönünde kullanılabildiği takdirde doğru buluyorum.


“Human Creations" serisi, Alara Başar


Beyza Dilem Topdal: Daha önce okuduğum sanat, tasarım ve teknoloji bölümleri ve katıldığım sanatçı programlarında hep kadınların ağırlıklı olduğunu gördüm, ancak ilginçtir ki sanat piyasasında öne çıkan isimlere baktığımızda medya sanatı alanında -diğer çoğu alanda olduğu gibi- erkeklerin öne çıktığını görüyoruz. Bu durum kesinlikle işlere de yansıyor diyebilirim, kendi kendine oluşan bir estetik dil bile hakim; daha çok teknolojinin kendisine odaklı, araçların parlatıldığı eserler. Bir nevi Boys with Toys hala işliyor, satıyor, çünkü alışılagelmiş düzenin zemini buna çok uygun. O yüzden bu tip üretimleri daha çok tüketimi besleyen bir loop olarak görmek mümkün. Öte yandan “kadınlar da üretsin” diyenlerin ise kesinlikle erişim meselesini akıllarına getirmesi gerekli, kırsal ve kıyıda yaşayan kadın ve diğer dezavantajlı grupların bir takım teknolojilere erişmeleri gerekiyor ki üretim ve ifade biçimlerini teknoloji ile ortaya koyabilsinler. Şanslıyız ki artık birçok veri ve aracın açık kaynaklı olması, teknolojiyi toplumsal, ekonomik, politik yanlarıyla okuyabiliyor olmamız, yeri geldiğinde ‘hack’leyebilmemiz farklı sanatçıların önünü açıyor. Özellikle sanatçı programlarının daha çok desteklenmesi ve fonlara erişmesi ile  toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik aksiyonların uluslararası kodlar haline gelmesini kesinlikle önemli buluyorum. Örneğin ‘Girls Who Code’ adlı kar amacı gütmeyen bir platform var, ilkokul, lise ve üniversite çağındaki genç kadınlara yazılım eğitimi sağlayarak; teknoloji alanındaki cinsiyet farkını ortadan kaldırma ve daha çok kadın mühendis, yaratıcı teknolojist yetiştirme gibi hedefleri var. Bunun kadınları eksik göstermenin aksine, toplumda hala buna ihtiyaç olduğu için yönetimlerin ve eğitim sistemlerinin eksiğini ortaya koyduğunu düşünüyorum, bu durum Türkiye’de ise mevcut ekonomide güçlü bir bilgisayara erişmenin bedeli düşünüldüğünde daha da zor. Ancak benzer oluşumların ve sanatçı programlarının Türkiye’de de olduğunu görmek heyecan verici. Bu yüzden, Emerge sergisi bana daha önce tanımadığım genç kadın sanatçıları tanıttığı, onlarla birlik olma, beraber sergi kurma ve ilerde beraber yürümeye, üretmeye devam etme hissini verdiği için çok mutluyum. 


Cinzia Campolose: Festival organizatörlerinin programlarında eşitlik için çaba göstermelerinin standart bir uygulama olması gerektiğine inanıyorum. LGBTQIA2S+ ve beyaz olmayan sanatçılara öncelik vermek veya daha büyük platformlar sağlamak için çaba göstermelidirler. Bunu başarmak korkutucu bir görev olmamalıdır. Sanatın nasıl algılandığı veya değerlendirildiği üzerinde cinsiyet veya ırkın etkili olmadığı bir dünyada yaşamayı çok isterim. Sadece cinsiyetimden dolayı seçilmiş olmak, sanki sanatım toplumsal beklentiler tarafından sınırlandırılmış gibi hissettiriyor. İşimde cinsiyet ayrımcılığını açıkça ele almasam da, yine de etkisini hissediyorum. Bazen sadece cinsiyetimden dolayı fırsatlar elde ettiğim sorusu sürekli olarak akılda kalıyor ve bu sorunun kesin bir cevabı olmayabilir. Kendi değerim adına, bunu düşünmemeyi tercih ediyorum.


Doğa Ünyaylar: Yıllardan beri dünyanın pek çok yerinde  sanatçıların sanat dünyasında çeşitli adaletsizlikler yaşadığını, cinsiyet ve yaşla ilgili ayrımcılıklara uğradığını biliyoruz. Sanatçının pratiğini ve deneyimini olumsuz etkileyen,  profesyonel ilerleyeceği yola taşlar dizen çeşitli sanat kurumlarının ve organizasyonların bakış açılarının değişmesi gerektiğini zaten biliyorduk. Bu durumun düzelmesi adına sanat profesyonellerinin bir proje geliştirirken bu gibi konulara daha özenle yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de özellikle ses sanatıyla ilgilenen çok az kadın sanatçı tanıyorum. Kadın sanatçıların çoğalması için kendi adıma çalışmalar düzenliyorum. Sanatçı rezidanslarında sesle uğraşan, ilgi duyan kadınlara açık çağrılarda bulunması için destekte bulunuyorum. Yakın zamanda Türkiye’de ilk defa sadece kadın sanatçılardan oluşan bir rezidans programında mentörlük yapacağım. Bu durum beni epey heyecanlandırıyor. Sanat dünyasında her zaman aynı isimleri görmekten ve benzer sergileri, organizasyonları görmekten sıkılır hale geldim. Noise Medya Sanatı Fuarı bu anlamda önemli bir ihtiyacı sağladı. Dünyadan çeşitli sanat profesyonellerini buradaki genç sanatçılarla bir araya getirerek yeni bağlantılar kurma ve dünyadan haber edinme imkanını sundu. Ağı genişletmek ve sanatçılar için  imkanları arttırmak sanat dünyasının zenginleşmesi açısından önemli çabalar olacaktır.


güncel sanat eseri

"Acousmatic Painting", Doğa Ünyaylar


Bağımsız, galeri temsiliyeti bulunmayan sanatçılar fuarlar gibi sanat profesyonellerinin ve koleksiyonerlerin bir araya geldiği, yüksek orada alımların gerçekleştiği, yani aslında sanatçıların temsile en çok ihtiyaç duyduğu alanlardan birinde varlık gösteremiyorlar. Bu bağlamda ele alırsak galeri temsiliyeti olmaması bir sorun gibi görünürken sanatçıya sağladığı bağımsızlık, kendini tekrarlama tuzağından kaçınabilmek adına -zira iyi satışlar söz konusu olduğunda galeriler sanatçıyı aynı şeyleri üretmeye yönlendirmekte ve bunda diretmekte bir beis görmüyor genellikle- bir şans gibi görünüyor. Bu karşıtlıklardan ele alırsak sizce galeri temsiliyeti bir gereklilik/şans mı yoksa sanatçı için bir yük mü?


Alara Başar: Galeri temsiliyeti olmayan bir sanatçı olarak galeri temsiliyetinin tamamen bir yük olduğunu düşünmemekle birlikte olmazsa olmaz bir gereklilik olarak da bakmıyorum. Özellikle bu durum galeriden galeriye ve sanatçıdan sanatçıya değişebilir, bir sanatçı tamamen bağımsız olmayı, kontrolü kendisinin sağlayabiliyor olmasını seçerken bir diğeri bir temsiliyet isteği duyabilir. Benim düşünceme göre galeri temsiliyeti olduğu hâlde sanatçı ve galeri bir denge içinde olmalı, iki taraf da gerek olumlu taraflarını gerek olumsuzlukları birlikte doğru iletişim ve pratikler dahilinde yürütebilmeli. Aksi bir durumda sanatçı için de galeri için de bu birliktelik büyük bir yük olurken motivasyon kaybına da yol açabilir.


Beyza Dilem Topdal: Çok doğru bir ikilem, ancak sanırım yanıtım ikisi de değil. İdeal olan sanatçıyı önceliklendiren ve kendini sanatçılarıyla beraber yenileyen bir galericilik olsa gerek. Nitekim galeriler de sanat piyasasının çok önemli paydaşlarından biri. Zor girilen büyük fuarlar hala sanat piyasasının merkezinde yer alsa da, alternatif uydu fuarlar; yeni ve genç galerileri, farklı beklentileri olan koleksiyonerlerle bir araya getiriyor. Teknolojinin sanatla daha çok buluşmasıyla; fuar yapıları, galericilerin yaklaşımı, koleksiyonerin tercihleri de değişmeye başladı. Doğru galeriyle eşleşmek ise kolay değil ancak neden mümkün olmasın, bugün Türkiye’de bir sürü yeni genç galeri ve sanat alanları açılıyor. Zor olan sanırım bağımsız sanatçıların o grupların içine girip kendini kabul ettirmek için geçtikleri süreçler. 


yerleştirme görseli

"Interspecies Chronicle", Beyza Dilem Topdal


Cinzia Campolose: Galeri temsili şüphesiz bir fırsattır, ancak nihayetinde karşılıklı bir ilişki olmalı ve bir yük haline geldiğinde sona ermeli. Benim için bir fırsat olduğunda, sadece belirli bir şekilde satılabilir işler üretmek zorunda kalmam gerektiği anlamına gelmez. Bu, işinizle finansal bir sonuç elde etmenin sadece bir yolu olabilir, ancak sanatınız çok daha fazlasını kapsayabilir.


Doğa Ünyaylar: Şu an için bir galeri temsiliyetine ihtiyaç duymuyorum. Şu an bağımsız bir sanatçı olmaktan epey memnunum. Sanatçının kendine ve işlerine uygun bir galeri bulması hayli zor olabiliyor. Fazla yönlendirilmek, eser üzerinden fazla komisyon alınması gibi olumsuzluklarla beraber çoğu zaman aynı galeride sergi yapma düzeni şimdilik istediğim bir durum değil. Belki ilerleyen yıllarda Türkiye’de veya yurt dışında iyi bir ilişki dinamiği içerisinde olduğum bir galeriyle beraber çalışabilirim.


Birkaç yıl önce Los Angeles’ta bir misafir sanatçı programındayken EZTV isimli sanatçı ikilisinin adeta bir müze gibi olan atölyesine komşuyduk ve tanışıp, onları ziyaret etme fırsatımız olmuştu. Bize ’80’lerin başlarında UCLA’de biyoloji laboratuvarına sızarak deneyler için kullanılan bilgisayarları hackleyerek ilk hareket yakalama fikrini test eden ve bu şekilde video üreten bir sanatçının eserini göstermişlerdi. Son derece primitif ve fakat bir o kadar da heyecan verici olduğunu düşünmüştük. Düşünsenize ortada daha böyle bir teknoloji yokken bir sanatçı “neden olmasın?” demiş ve bambaşka bir amaçla kullanılan bir cihazı dönüştürerek sanat eserini üretmek için kullanmış. Bugün geldiğimiz noktada birçok donanım ve yazılım cep telefonlarımıza kadar inmişken sanatın teknolojiyle olan ilgisi hakkında ne düşünüyorsunuz?


Alara Başar: Teknoloji sanata ve sanatçılara yeni olanaklar sunan bir araç. Teknolojiyi kullanan sanatçılar da teknoloji ile birlikte gelişirken dolayısıyla sanatı da geliştirmiş oluyor. Sanatta teknolojinin kullanılması birçok tartışmalara yol açabiliyor ki bunların büyük çoğunluğu sanat eserinin sanatçıya mı yoksa kullanılan teknolojik araca (yapay zeka vb.) mı ait olduğu yönünde olabiliyor. Yeni medyayı ve teknolojiyi kullanan bir sanatçı olarak büyük bir çoğunluğun hâlâ bu gelişmelerden çekindiğini ve kimi zaman da korktuğunu görebiliyorum. Bana göre olmayanı oldurmak eşittir başarı demek değil fakat bu tarz yeni teknolojileri ve araçları yapay olmayan ve üretebilen bir beyin ile kontrollü bir şekilde kullanmak önemli. Eğer bir beyin, üretilmiş ve programlanmış bir beyni nasıl yönetebileceğini veya nasıl kullanabileceğini biliyorsa yapay beyinden çekinmesine gerek olmadığını düşünüyorum. Sanat ve teknolojinin benzer taraflarından birisi de iki tarafın da her gün gelişmesi ve sınırlarının olmaması. Ayrıca neredeyse herkesin kullandığı medya platformları da teknolojinin gelişmesi ile birlikte sanatçının kendi temsiliyetini yapmasına da fırsat sunuyor.


Beyza Dilem Topdal: Bu bana o kadar doğal bir ilişki gibi geliyor ki, düşünsenize güne uyandığımız andan itibaren bir teknoloji arayüzü ile ilişki kurmaya başlıyoruz; saate, hava durumuna, instagram feed’ine bakıyoruz. Alet edevat yapabildiğimizi anladığımızdan beri hayatta kalmak için teknolojiye ihtiyaç duyan varlıklar olmuşuz. Hiç bir zaman steril bir varlık olamayız ve bedenimizle makine arasındaki etkileşim bizi teknolojiyle dönüşen, karmaşık siborg varlıklar hale getiriyor. Dolayısıyla hem bu kadar kontrol ettiğimiz hem de muhtaç olduğumuz teknoloji ve bilim; yaşamın toplumsal, politik boyutlarını ifade etmek isteyen sanatçılar için müthiş bir merak kaynağı. Bilim ve teknolojinin kırılgan yanlarını yapıbozuma uğratmak, insan ve makine arasındaki sınırları bulanıklaştırmak, benim için son derece ilham verici.


sergi deneyimleyen izleyiciler

"Could You Take A Picture?", Cinzia Campolese (Photo by: Fabian Schreyer)


Doğa Ünyaylar: Sanatçının kendi oluşturduğu dilin ve estetiğin zenginleşmesi adına bu bahsettiğiniz deneylerin yapılması şart gibi. Dert neyse, oluşturmak istenen neyse bu deneylerle ve araştırmalarla insan hayatına ve düşünme alanına etkisi olmaya başlıyor. Bazen çok fazla maruz kaldığımız araç ve gereçlere kör olabiliyoruz. Duyularımızın çoğunu gündelik hayatta bu teknolojik aletlerle aktif hale getiriyoruz. Ben biraz daha dışardan bakmaktan yanayım. Teknolojiye felsefi yaklaşınca algım ve ufkum genişliyor. Bu hoparlör nedir? Ses ve objenin bendeki etkisi nedir? Sesin bedendeki etkisi nedir? gibi sorular sorduğumda  sanat pratiğime yeni bakış açıları kazandırmış oluyorum. Bu bağlamda ne teknolojinin içindeyim ne de dışında. Onunla beraber yaşıyoruz aslında. Tıpkı Doğa gibi.


Carlotta Aoun: Sanat ve teknoloji arasındaki ilişkinin her zaman bir tür simbiyotik olduğunu düşünüyorum, her biri diğerinin sınırlarını zorlayarak ilerliyor. Sanatçılar, yeni teknolojileri kullanarak, onları asıl amaçlandıkları kullanım alanlarının ötesine taşıyarak, yeni ifade biçimlerini keşfetmeye devam ediyorlar.  Bunu, bilgisayar teknolojisinin erken günlerinde ve hareket yakalama örneğinizde de görebiliriz. Bugün ise, Anna Ridler gibi sanatçılarla birlikte hala geçerliliğini koruyor. Ridler, yapay zekâ içindeki önyargı ve kontrol sistemlerini sorgulayan sanatçılardan biridir. Teknoloji, hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur, pişirme ve avlanma için kullandığımız ilk araçlardan, neredeyse kendimizin uzantıları haline gelen akıllı telefonlara kadar. Ve şimdi, yapay zeka yeni bir çağı tanımlamaya başladığında, sanat ve teknoloji arasındaki ilişkinin daha da ilerleyeceğini düşünüyorum. Yapay zeka kentsel peyzajımızın giderek daha yaygın bir parçası haline geldikçe, sanatçıların gerçekten bu ortaya çıkan, zeki, bilişsel altyapıların etkilerini keşfetmeye başlayacaklarını düşünüyorum. Bu zeki peyzajlar ve sistemlerle birlikte evrim nasıl görünecek? Yaşam, zeka ve amaç gibi tanımlarımız ve anlayışımız nasıl değişecek? Ayrıca, yapay zekanın konuşup, yazıp, çizdiği, düzenlediği, değerlendirip, tavsiye verdiği bir noktadayız. Bu, dillerimizi, duygularımızı ve etkileşimlerimizi yeniden tanımlamamız gerekeceği anlamına gelir. Bilgi bu yapay zeka bakış açısıyla nasıl görünüyor? Kendimizi yapay zekadan nasıl ayırt ediyoruz? İnsan, insan olmayan ve daha fazlası, bu zeki yapay yapılarla nasıl etkileşime geçecek? Bunlar tüm yeni ifade ve olasılık alanlarıdır - hatta benim bile düşünemediğim şeyleri hayal edin! Sorularımız olduğu sürece, sanat, elinizdeki teknolojiden bağımsız olarak önemini koruyacak. Yapay zeka çağına doğru derinleştikçe, sanat daha heyecan verici ve düşündürücü olacak, varsayımlarımızı sorgulayacak, yeni dünya görüşlerine ışık tutacaktır.


Cinzia Campolose: Bu, günlük yaşamımızda sahip olduğumuz türden simbiyotik bir ilişki. Teknoloji, çeşitli sanatsal teknikleri önemli ölçüde etkilemiş ve geliştirmiştir. Ancak, her ilişkide olduğu gibi, saf yöntem veya veriler üzerine odaklanmayan, anlamlı bir söylem üretmenin nasıl olacağını görmek ve bunu anlamak için uzaklaşıp dışardan bakmak önemlidir. Sanatçılar olarak, bu birleşimin getirdiği sonuçları ve gerçek anlamını anlamak için zaman ayırmanın önemini yeniden kavramamız gerekiyor. Dahası, teknolojinin sanat yaratımındaki çift rolünü vurgulamak önemlidir; hem sanatsal ifade için bir araç olarak hizmet ederken hem de günlük teknoloji ilişkimiz üzerine düşünmemizi sağlayan bir katalizör olarak işlev görür.


dijital sanat eseri

"Post-planetary Landscapes", Carlotta Aount


Bize Ulaşın

bottom of page